Bir kentin mimarisi o kentin inancını, değerlerini, maneviyatını ve kültürel değerlerini de yansıtıyor. Batılılaşma ve modernizm adımlarının atıldığı son yüz yılda kentlerimizin mimarisi de asimile olmaya başladı. Kentlerimiz asimile oldukça bizlerde aynı şeklide asimile olmaya başladık.
Batı emperyalizmi, hakim olduğu her yerde mutlaka kendi mimari yapısını da o bölgeye yerleştirmiştir. Tıpkı giyim, kuşam, yeme, içme, eğlenme alışkanlıklarını empoze etiği gibi; mimari anlayışını da aynı şekilde dayatmaktadır.
Birçok şehrimiz, farkına varmadan batının dayattığı mimari asimilasyona maruz kaldı. Daha önce yatay şehirleşme denilen bir olgu vardı. Yatay şehirleşmede mahalle kültürümüz vardı.
Avrupa'nın apartmanlaşma rüzgarına tabi olduk. Bu rüzgar bir felaket olarak esti. Maddi ve manevi birçok zararları da beraberinde getirdi.
Dikey yapılaşma ve apartmanlaşma; can, mal, nesil, inanç ve değerlerimizi de beraberinde götürdü. Nitekim Kahramanmaraş merkezli 7 Şubat depreminde yüksek katlı yapıların yıkıldığını, insanlarımızın moloz yığınları arasında kalarak hayatını kaybettiğini hepimiz gördük. Sağlam yapılmadı, demir çalındı, ihmalden dolayı ölümler arttı, diyebilirsiniz. Mutlaka bu söylediklerinizden haklı olabilirsiniz. Bende bu söylediklerinize katılıyorum.
Burada farklı bir konuya değinmek istiyorum. O gün yatay mimari olsaydı bu felakete bu kadar can kayıpları yaşanmayacaktı. Dikey yapıyı kimden aldık Avrupa ve Amerika'dan aldık. İşte asıl sorun burada. Biz kendi asıl mimarimiz olan yatay yapılardan vazgeçip batılı modeli taklit ettiğimiz için büyük bir yıkım yaşadık.
Bu anlattıklarım dikey mimarinin cana ve mala verdiği zararlardı. Birde ruha, komşuluklara ve kültürümüze verdikleri zararlarını saymakla bitiremeyiz.
Büyük bir mimari asimilasyona maruz kalıyoruz farkında mısınız? Yüksek katlı binaların içine sıkışıyoruz. Sıkıştıkça birbirimize yabancılaşıyoruz. Kimse kimseyi tanımıyor. Herkes herkese yabancı. Komşu komşusunu tanımıyor. Biri ölse diğerinin haberi olmuyor. Ne tuhaf bir durum.
Yatay mimarinin olduğu köy ve kasabalarda her kes, herkesi tanıyor. Birinin tırnağı kanasa herkes yetişiyor. Maddi ve manevi paylaşım doruk noktasında. İnsanların birbirine yetişmesi, birbirini gözetlemesi, değerlerin, inancın ve kültürün yaşamasını sağlıyor.
Dikey yapılaşma, inanç, kültür ve değerlerimizi yok etmeye devam ediyor. Düşünün her bir site ve bina bazen bir köy, bazen Anadolu'nun şirin bir kasabasının nüfusunu geçiyor. Bu kadar kalabalığın bir arada yaşadığı bir yerleşimde müthiş bir yabancılaşma yaşanıyor. Alt kat üst katı tanımaz! Komşu komşusuna selam vermez. Kalabalıklar içinde toplumsal olgunun intiharı denilen anomaliyi yaşıyoruz. Sonra diyoruz neden insanımız bu hallere geldi. Bunun sorumlusu da suçlusu da biziz. Kendi ellerimizle diktiğimiz yapıların kurbanı olmuşuz farkında değiliz.
Bu yabancılaşma zamanla değerler açısında, mahalle baskısı dediğimiz olgununda yok olmasına neden oldu. Yardımlaşma, dayanışma, merhamet, birbirini gözetleme ve sahip çıkma yok denecek duruma geldi. Ölen komşusunun kokusundan rahatsız olan bina sakinleri itfaiyeyi polisi arar duruma geldi. "Bir hafta önce evinde kalp krizi geçirerek öldü." " Komşuları kokudan rahatsız olunca öldüğü ortaya çıktı." Haberlerin manşetleriyle sarsılıyoruz.
Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir. Diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Gelin görün ki ne hallere düştük. Dikey mimari ile yüksek katlarda oturduk oturmasına. Ancak birçok şeyimizi yetirdik! En başta insanlığımız yitirdik! Sonra inancımızı yitirdik! Daha sona ise bir domino etkisi yaşayarak değer, kültür ve maneviyatımız yetirdik.
Güzel şehrimde maalesef dikey mimarinin kurbanı oldu. Dikey mimariden sonra değerlerimizden, inancımızdan koptuk. Birçok değeri de yetirmeye devam ediyoruz.
Diyarbakır'ımızda camilerin eksikliği ayrıca başka bir sorun olarak ortada duruyor. Cami eksikliğinden dolayı manevi eksiklik, manevi eksiklikten dolayı ise hızlıca kültürel asimilasyona maruz kalınıyor. Sonra niçin insanlarımız değerlerinden uzaklaştı diyoruz. Sebep ortada, manevi yapının kalesi olan camilerimizi yitirdikçe inancımızdan koptuk. Yatay mimarinin olduğu mahallelerimizden uzaklaştıkça kültürümüzü ve değerlerimizi yitirdik.
Buram buram maneviyat kokan Diyarbakır'ımızın hali içler acısı. Her geçen gün manevi atmosferden uzaklaştırılıyor. Bu güzel şehrim için Peygamberler şehri, sahabeler şehri tabirlerini çok kullanıyoruz. Ancak üzülerek belirteyim, söz konusu mimarinin manevi ruhuna uygun olmayan bir kentleşme hızlı şekilde yayılıyor.
Unutmayalım bir kentin mimarisi o kentin değerlerini de yansıtmaktadır. Barındığımız evler, camilerimiz, okullarımız, kamusal binalarımız sadece birer yapı olmanın ötesinde büyük anlamlar da barındırmaktadır.
Batının bize sunduğu şehirleşme modelleri bizden birçok değeri de koparıp aldı. Mimari asimilasyondan dolayı toplumsal değerlerimizi yitirdiğimizin farkına varalım.
Mimari yapımızda özümüze dönmeye ve şehirleşme olgumuzu yeniden gözden geçirmeye ne dersiniz?