Hiçbir dönemde mektepli olup da suça bulaşmış kitleler üretilmemişti. Bizler mektepli, üniversitelilere ayrı bir kıymet veririz. Çünkü onun kağıttan da olsa bir diploması olunca; bu kariyer yedi sülalesine yetecek kadar kıymetlendiriyoruz.
Falan bölümü okuyormuş… Tıp okuyor, hukuk okuyor, mimarlık okuyor, mühendislik okuyor, öğretmenlik okuyor, sağlık okuyor… Bu liste uzayıp gidiyor. Kariyer en üst zirve oluyor. Kariyeri olmayanı neredeyse insandan saymıyoruz.
Doktor, mühendis, mimar, avukat, vali, öğretmen, psikolog, sosyolog…. Bu silsile öyle devam edip gidiyor.
Sosyolojik olarak formel ve informel eğitim-öğretimde bizler formel eğitime neredeyse mükemmeliyet gözlüğüyle bakıyoruz. İnformel eğitime neredeyse cahil-cühela bir şey bilmez, yol bilmez yordam bilmez yanılgısına düşüyoruz.
Nice mektepli, kravatlı gördük, içinde insan yok. Nice diplomasız donanımlı, kültürlü, entelektüel birikime sahip insan gördük, diploması olmadığı için yüzüne bakan yok. Yüzüne bakılmayan nice diplomasızı insanın hası gördük, yüzüne bakılıp da insanlıktan nasibi olmayan nice diplomalıyı da vahşi ve barbar gördük.
Vali olmuşsun fakat adam olamamışsın hikayesi bizim şu diploma hastalığını iyi anlatacaktır sanırım…
Çok eskiden bir adamın, haylaz ve yaramaz bir oğlu varmış. Adam, çocuğunun her yaramazlığı sonunda; ''Oğlum sen adam olamazsın!'' dermiş.
Babasının bu sözü oğlunun çok zoruna gidermiş ve üzülürmüş. Aralarında çıkan bir tartışmadan sonra, bizim haylaz oğlan babasına saygısızlık yapmış. Ve almış başını İstanbul'a gitmiş. Çalışıp, çabalamış. Çeşitli okulları bitirip, bir sürü imtihana girmiş. Sonunda kendi şehrine vali olmuş.
Daha koltuğuna oturur oturmaz; ''Gidin, filan köyde şu isimde biri var, çabuk onu huzuruma getirin.'' diye emir vermiş.
Valinin adamları gidip, söylenen köydeki ihtiyar Mehmet efendiyi bulmuşlar. ''Seni Vali huzuruna çağırıyor.'' diyerek, adamı apar topar valinin karşısına çıkarmışlar. Koltuğuna iyice yaslanıp sigarasını tüttüren vali, yani bizim haylaz oğlan sormuş;
- ''Ben kimim? Beni tanıdın mı?''
Yaşlı adam büyük bir korku içinde imiş. Oğlunu tanıyamamış.
- ''Siz vali efendimizsiniz.'' demiş.
Vali, intikamını almış olmanın gururu içinde,
- ''Ben senin oğlunum!'' demiş. ''Hani sen bana iki sözünün birinde, adam olamazsın, derdin. Bak işte adam oldum, hatta vali bile oldum.''
Adamcağız meseleyi hemen anlamış;
- ''Beni ayağına bunu söylemek için mi çağırdın? Ben sana vali olamazsın değil, adam olamazsın demiştim. Yaşlı insanları ayağına çağırmakla ve onların yanında saygısızca sigara içmekle, insanları küçük görmekle adam olamayacağını gösterdin.''
Vahşi ve barbar bir çağın, teknolojiyle donatılmış ve insanlığın en çukurlara kadar dalmasını kolaylaştırmış bir çağda yaşıyoruz.
Mazlumun dili, dini, ırkı, rengi olmadığı gibi zalimin de dili, dini, ırkı ve rengi olmaz…
İdeolojik bağnazlık bazen kendi kavmi tarafından kendisine zulüm yapıldığında bunu normal karşılayabilecek kadar basiret gözünü kör edebiliyor. İdeolojik bağnazlığı bir kenara itelim, diplomalı katillere karşı önlem almak zorundayız.
Yenidoğan çetesi, onlarca bebeğin katili olarak yargılanıyor. Bunlar okul okumuş, ancak insanlığı ve maneviyatı okumamış, sözde bu doktorların vali hikayesinden ne farkı var.
Üç-beş kuruş dünya menfaati için, gözleri kan bürümüş katiller, artık diplomalı, yüksek lisanslı, üniversiteli, doktoralı ve kariyer sahipleri oluyor.
İnsanlık alemi, gittikçe duyarsız bir varlık halini alıyor. Hiçbir çağda bu kadar duyarsızlık yaşanmamıştı. Bencillik, ben-merkezcilik almış başını gidiyor.
Yaşadığımız olayların, sadece sonucuna odaklanırsak çözüm üretemeyiz. Belki aynı olayı aynı yöntemlerle çözüme kavuşturmaya çalışırız, bunda da başarılı olamayız.
Yaşanan her olayın, sebep-sonuç ilişkisini irdelemeden, çözüm üretmek çözümsüzlüğe bizi götürecektir.
Özelde ülkemizde genelde tüm dünyada pozitif ilimler kadar en azından manevi ilimlere de yönelmek gerekiyor.
Diplomalı yetiştirirken; insanlık diplomasını da hak edeceği manevi eğitim sistemi hayata geçirilmelidir.