Dönemin işgalci, zalim, katliamcı ve soykırımcı iki gücü olan Bizans ve Sasani imparatorluklarının zulümleri arasında sıkışmış dünya halkları büyük bir kurtarıcıyı arıyordu.
Yakın tarihimizde iki kutuplu dünyanın zulümleri gibi zulümler o dönemde de yaşanıyordu. Sasani imparatorluğu doğu bloğunun komünizmini temsil ederken, Bizans imparatorluğu ise batı bloğunun kapitalizmini temsil ediyordu.
Sasani imparatorluğunda özel mülkiyetin, inancın, ahlakın, ailenin, yeri yoktu. Sasani imparatorluğu, günümüz komünizminin büropolit denilen ve devleti yöneten küçük bir azınlığını alabildiğince zenginleştiriyordu. Komünist sistem içerisinde bu küçük azınlık, sınırsız özel mülkiyete sahipti. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde olduğu gibi Sasani'de de yönetim kademesinde yer alanlar, devletin imkanlarını istedikleri gibi kullanıyordu. Yönetim kademesi özel mülkiyete sahip iken, halkın ise özel mülkiyete sahip olması yasaktı. Günümüz komünizmi ile idare edilen ülkelerde halk açlık, perişanlık ve yokluk içinde iken, yönetim kademesinde olanlar istedikleri gibi her türlü israf ve çirkefliğe bulaşıyordu. Sasani saraylarında yaşanan zenginliğin haddi hesabı yoktu, ama halk açtı ve perişandı. Aynen günümüz komünist sistemlerindeki yönetim kadroları her türlü zenginliği yaşarken, halklar açlık ve perişanlık çektiği gibi. Bu yüzden komünist sistemler çökmedi mi?
Bizans imparatorluğunun da Sasani imparatorluğunda geri kalır yanı yoktu. Bizans imparatorluğu günümüz kapitalizmini temsil ediyordu. Özel mülkiyetin, inancın ve ailenin yeri vardı. Ancak yönetim sistemleri kapitalist sistemle benzerlik teşkil ettiğinden, zenginin zengin, fakirin fakir olduğu bir yönetimle idare ediliyordu. Krallar, kontlar, derebeyleri, ağalar, keşişler büyük zenginlik içinde yaşarken, halk ise açlık ve perişanlık içinde kıvranıyordu. Halklar Bizans'ın ağır vergileri altında eziliyordu. Bizans imparatorluğunda da halklar büyük zulümlere maruz kalıyordu.
Sasani'de krallar komünist sistemin büropolitini temsil eden belli bir azınlığı zenginleştirirken, Bizans'ta kapitalist sistem kralların, kontların, keşişlerin, derebeylerinin ve ağaların zenginliğine zenginlik katıyordu. Her iki imparatorlukta da ezilen, çile çeken halklar oluyordu.
Ateşperest, Zerdüşt Sasani komünizmi ile Yarı putperest, tahrif edilmiş incilin hükümlerini menfaatlerine göre yorumlayan Bizans kapitalizminden kurtulma ve çare aranıyordu.
Bir zamanlar günümüzün iki kutuplu dünyası gibi halkları eziliyordu. İşgal ettikleri toprakları kan, gözyaşı ve zulümle idare ediyorlardı. Bizans ve Sasani imparatorlukları işgal ettikleri topraklarda bölge ve yöre halklarına büyük zulümler yapıyorlardı.
Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış birçok şehir iliklerine kadar bu zulümleri görüyordu. Dünya büyük bir karanlığın ve buhranın içinde boğuşuyordu… İnsanlık ailesi bir kurtarıcı, bir fetih, bir fatih, bir yol gösterici arıyordu.
Diyarbakır, Şam, Kudüs, Kahire ve daha birçok belde tarihin seyrini değiştirecek bir muştu arıyordu.
Bu muştu doğmuştu…. Miladi 7. yüzyılın başlarında Arabistan’da İslamiyet’in ortaya çıkışıyla birlikte yeni bir sayfa açılmıştı…
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicretinin ardından kurulan İslam Devleti, on yıl içinde bütün Arabistan’a hâkim olmuştu. Hz. Peygamber’in vefatından sonra başlayan Halifelik döneminde de toprakları sürekli genişledi. Râşid Halifelerin ilki olan Hz. Ebubekir’in en önemli işlerinden biri, Suriye ve Irak bölgelerinde fetihlere başlamaktı. Fetih harekâtı, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde de Diyarbakır’ın da içinde bulunduğu el-Cezîre yani Yukarı Mezopotamya ve Mısır’ı kapsayacak şekilde devam etti.
Fetih işgal değil…bilakis gönüllerin de fethedilmesidir. Arapça’da “açma, yol gösterme, hüküm verme, galibiyet ve zafere ulaştırma” anlamlarına gelen fetih terim olarak İslâm’da meşrû görülen savaşlar hakkında cihad kelimesine benzer şekilde, Müslümanların gayri müslimlerden gerçekleştirdikleri toprak kazançlarını tarihte ve günümüzde bilinen diğer istilâ ve sömürü savaşlarından ayırmak amacıyla kullanılmış, kaynağı da Müslümanların geçmiş ve gelecekteki maddî-mânevî zaferlerinden bahseden Fetih süresidir.
İslâm sancağı altında Hz. Peygamber ile sahâbîler tarafından gerçekleştirilen zaferlerle dolu sefer ve savaşlar için kaynaklarda sık sık bu terime yer verildiği görülmektedir. Ancak burada kelimenin yalnız maddî yönden fetih mânası taşıdığı söylenemez; kelime öncelikle ve daha çok, kalbi ve aklı İslâm gerçeğine açmak, ikinci olarak da İslâm mesajının önündeki engelleri kaldırmak, insanın kalbine ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamı hazırlamak anlamına gelir.
Fetih, İslâm’da “meşru savaş” demek olan cihâd faaliyeti neticesinde, bir beldenin askerî veya barışçıl yollarla ele geçirilmesi olarak tanımlanır. İlk fetihlerin asıl amacı İslâm dinini diğer insanlara tebliğ etmek ve tevhid inancını hâkim kılmaktı. Bunun yanında tarihî süreç içerisinde Müslümanların can ve mal güvenliğini korumak, düşman saldırılarına karşılık vermek, İslâm devletinin sınırlarını genişletmek ve bununla siyasî nüfuzu artırmak amacıyla da fetih hareketi düzenlendiğini görürüz.
Hz. Peygamber ve Râşid Halifeler zamanında yapılan savaşlarda düşmana verdirilen can kaybının asgarî düzeyde tutulmuş olması, İslam’da fetihlerin amacının istila ve imha değil, inşa ve ıslah olduğunun en büyük delilidir.