Hicrî 15/Miladî 21. yüzyılın tufânı: 22 Rebiülevvel 1445/7 Ekim 2023 el-Aksâ Tufânı… Bu tufan, İslam dünyasının kurtuluşu ve Batı’nın yeryüzü hegemonyası açısından hiç kuşkusuz asrın en önemli vakaları arasında yer alacaktır.
Müslümanlar, prensip olarak siyonistlerle mücadeleyi sürdürmek zorundalar. Mücadelenin teknik, yer ve zamanı ise elbette bu mücadelede fiilen bulunanlar tarafından belirlenecektir.
Siyonistlerle mücadelenin zorunluluğuna prensip olarak inanan insanlar ve özelde Müslümanlar olarak 7 Ekim günü destanını duyduğumuzda kimimiz gayri ihtiyari “Sonra ne olacak?” dedi. Kimimiz, tereddütsüz tekbir getirdi. Bu iki taraf, birbirinin karşıtı değil, aksine birbirini tamamlar niteliktedir.
Zira bu destanda siyonistin yenilmesi hatta “Uzlaşalım!” demesi dahi israil ve Arz-ı Mevud hikâyesinin son bulması demektir. Yahudilerin dünyayı bu kadar sömürdükleri bir dönemde bu hikâyeden öyle kolayca vazgeçmeyecekleri, Filistin topraklarını öyle hemen boşaltmayacakları aşikârdır. Dolayısıyla “Sonra ne olacak!” diyenler, mücadelenin çetin geçeceğiyle ilgili insanî endişeyi ifade ettiler, aklî tedbirin endişesini dile getirdiler. Tekbir getirenlerimiz ise Müslümanın Allah’a imanla dolmuş yüreğinin umut ve cesaretini dillendirdiler.
Bizim için bütün mesele, bu iki yaklaşımın birbirinden kopmaması, birinin geride durmaması, prensipteki mücadele azminin bu iki bakışın birlikteliği üzerine yol almasıdır. Bu birliktelik, korunduğu sürece çok zorlu da olsa zafer, eninde sonunda Müslümanlarındır.
Bu esastan tespitin ardından Tufan’ın bize öğrettiklerinin bir bölümünden söz edebiliriz:
(1) Aksâ mücahidleri, her şeyden önce, hepimizi bir yıl boyunca ihya ettiler; heyecanlandırdılar, koşturdular, okuttular, konuşturdular, çalıştırdılar. Onlar, siyonistin bombardımanı altında veya yerin altındaki zorlu tünellerde idiler. Evlatlarını, hanımlarını, anne babalarını şehid verdiler. Ama pes etmediler... Azim ve sabırlarıyla bize daha çok koşturmanın, daha çok gayret göstermenin, daha çok dayanmanın mümkün olduğunu öğrettiler.
Bir yıldır yalnız Filistin meselesini konuşmuyoruz; sadece siyonizm vahşetini, küresel Yahudi sorununu, dünyadaki güç dengesizliğini ve insan haklarına yaklaşımdaki tutarsızlıkları kritik etmiyoruz. Aynı zamanda bütün dünya olarak İslam’ı anlatıyoruz.
Bu ikili yanıyla Tufan; bir yönden dünyanın mevcut hâline ayna tuttu, diğer yönden dünya için çıkış yolunu tebliğ etti.
Tufan, insanlığın önüne konan özgürlük çerçeveli, insanseverlik-barış kamuflajlı tablodaki alçakça aldatmayı ifşa etti. Özgürlüğün ardındaki esareti; insanseverlik ve barışseverlik kamuflajının altında saklanan cehennemi insanlığın gözleri önüne serdi.
Tufan, yeryüzündeki Yahudi hegemonyasının yol aldıkça insanlık için varoluşsal bir tehdide dönüştüğünü duyurdu. Yahudi, bir coğrafyaya tam olarak hükmettiğinde oranın insanı ne yaşayacak, bunu kusursuz anlattı. Yahudi için, insanlığa karşı suç işlemenin sadece bir imkân meselesi olduğunu eksiksiz dile getirdi. Artık hepimiz, bunun bilincindeyiz. Bugünden gayri Yahudi, zihin dünyalarının mağduru değil, Filistin topraklarının vampir kan dökücüsü ve yeryüzünün emekçi terinin muhteris haramisidir. Bu vampirin silahı, Filistin’de insanı katleder. Bu haraminin iktisat düzeni ise dünyanın dört bir yanında insanın emeğini çalar, sağlığını bozar. Karşımızda katil, sahtekâr ve soyguncu bir topluluk var.
Bu küresel bir sorundur ve insanlık, bu küresel sorunu ancak dayanışarak aşabilir.
(2) Tufan, zalimlerin imkânları ne olursa olsun, mazlumun ona karşı donanarak direnmesinin mümkün olduğunu gösterdi. Aksâ mücahidleri, bütün dünyaya “Kurtuluş mümkün, haydi kurtuluşa!” diye seslendi.
(3) Tufan’la bir daha gördük ki:
İslam karşısındaki küresel ortaklık dağılmış değildir. Tufan’ın bir yıldır Kudüs’e varmaması ve bundan sonraki sürecin hâlâ müphemliğini koruması da israilin öz gücünden kaynaklanmamaktadır.
(a) ABD’nin tamamen siyonistlerin emri altında olması ve bütün imkânlarını siyonistler için seferber etmesi, savaşın sürmesinin ardındaki ana etkeni oluşturmaktadır. Bunu tamamlayan ikinci etken, zayıf Avrupa yönetimlerinin siyonizm ve ABD kaynaşıklığı karşısında hiçleşmiş olmalarıdır. Dolayısıyla İslam karşıtı cephe, israil-ABD-Avrupa yönetimleri üçlüsünün birliğine dayanmaktadır.
Buna ek olarak dünyanın diğer iki büyük devleti Rusya ve Çin de son yarım yüzyılda İslam’a karşı sürdürülen savaşta zımnen israil-ABD-Avrupa yönetimleri ile beraberler. Soykırımı engelleyebilecekken seyrediyorlar. Bir küresel “Zülüm Birliği” cephesi var ve mücahidler, bir başlarına o “Zulüm Birliği” cephesi ile karşı karşıyadırlar.
(b) Buna karşı İslam dünyasındaki vekil yönetimler, bu Zulüm Birliği’nin doğrudan müttefiki, diğer İslam ülkeleri ise korkakça bir tutum içindedir.
Buna rağmen Tufan’ın şanlıca devam etmesini sağlayan etkenlerin bir kısmı ise şunlardır:
(a) Aksâ Tufanı, bir grup mücahidin anlık bir eylemi değildir. Titiz ve sabırlı bir planlamanın neticesidir. Askeri harekatlarda titiz ve sabırlı planlama; cesaretin işlevini hakkıyla yerine getirmesini sağlar.
(b) Özü itibariyle Müslümanlar, bir ordunun halkı olmazlar; Müslümanların bir ordusu olur. Filistin halkı da Kassam mücahidlerinin halkı değildir. Kassam mücahidleri, Filistin halkının ordusudur.
Filistin halkının böyle bir ordu çıkarabilmesi, bize Kur’an’ın “Muhakkak ki ölüyü biz diriltiriz!” (Yasin-i Şerif, 12 ) ayetindeki mucizeyi gösterecek kadar mühimdir.
Filistin halkı, sosyalistleştirilerek Aksâ davasından; milliyetçileştirilerek Ümmet’ten uzaklaştırılmak istendi. Başarılı olunmayınca bu kez uçlara yönlendirilerek hem kendi içinde parçalanmak hem Müslümanlar için soruna dönüştürülmek istendi.
Buna karşı Filistin İhvan-ı Müslimin hareketi olarak HAMAS, İslam’ın tek kurtarıcı olduğu inancında sebat ederek sosyalistleşmeyi; Ümmet vurgusundan vazgeçmeyerek milliyetçileşmeyi reddetti ve mutedil kalarak uçları etkisizleştirmeyi başardı.
HAMAS, bununla birlikte mutedil duruşu; büyük şemsiye olarak gördü; Aksâ davasını Filistin halkının davası olarak dile getirdi, bir halkın içinde doğmuş bir cemaat iken bizzat bir halkı cemaatleştirdi ve o halkın cemaati oldu. Böylece birlik tamamlandı ve HAMAS; ırkçılık anlamında değil ama kapsayıcılık anlamında “Filistin millî kurtuluş hareketi” konumuna çıkarak Filistin halkını bütün fraksiyonları ile birleştirdiği gibi, Ümmet’le ve insanlıkla da sağlam bağlar kurdu. Davayı içeride birlik potası olarak sürdürürken dışarının o birliğe güç vermesinin de önünü açtı. Bir yandan millî bir kurtuluş hareketi olmak, öte yandan Ümmetin ve hatta bütün insanlığın öncü birliği gibi bir konum almak… Bu çok üstün bir konumdur. Ayakları yerelde, dalları evrende olan, özlenen harekettir.
Bununla bir daha öğrendik ki itidal, birlik getirir ve birlik, zafere götürür. Bir cemaat, bir halkı ihya ederse o halk, dünyayı ihya edebilir.
( c ) İslâmî zaferler, özde Müslümanların birliği ve düşmanın bölünüp erimesine dayanmaktadır.
Aksâ cihadı, Aksâ mücahidlerinin tünellerdeki titizlik, sabır ve cesaretine; Filistin halkının bombalar altında on binlerce şehid verirken mücahidleri asla yalnız bırakmamasına ve Filistin dışındaki Filistinlilerin davayı dışarıda azimle duyurması birliği üzerine sürmektedir.
Mücahidler, Müslümanların imkân insanı değil, imkân üreten insan olduğunu ispatladılar; en zor koşullarda bile insanın imkân üretme kabiliyetine sahip olduğunu ortaya koydular. Filistin halkı da siyonizmin katliamlarını dahi; küresel desteğe rağmen ölüme götürecek bir malzemeye dönüştürdü. siyonizmin bombaları, görünürde Filistin halkını şehid ederken Filistin halkının sabrı, esasta siyonizmi teşhir edip ölüm yolculuğuna sevk etti. Böylece Filistin halkı öldükçe dirildi, siyonizm ise öldürdükçe geberdi.
Ne var ki bu sadece Filistin halkının sabrıyla gerçekleşmedi. Mücahidlerin savaşı, İslam’ın esasları ve Müslümanların o esaslar üzerine tecrübeleri doğrultusunda düşmanı bölecek şekilde sürdürmeleri de siyonizmin ölümüne doğru yolu açmaktadır.
Siyonist; Moğol ve Batı istilacıları gibi, vahşice öldürdü. Buna karşı mücahidler, savaşı insâni esaslar üzerinde sürdürdüler. Bu, biraz fazla vicdani hatta düşmana alan açıcı gibi görünebilir, öyle değildir.
Müslümanlar, savaşı mümkün oldukça kansız yürütmeye çalışırlar. Öyle ki İslam tarihinde düşmanın vahşetine rağmen Müslümanlarla düşmanları arasındaki savaşlarda ölü sayısı, diğer güçlerin kendi aralarındaki savaşlarına göre epey azdır. İslam fetihleri ise dünyanın en barışçıl fetihleridir.
Savaşın mümkün oldukça kansız yürütülebilmesinde Müslümanların biri süreçsel diğeri esastan iki yöntemi vardır. Her ikisi de düşmanı böler:
(1) Düşmanı taktiklerle ayrılığa sürüklemek
(2) Savaşı hep insanî esaslar üzerine devam ettirerek düşmanın içindeki insanî vicdanın dirilmesini sağlamak,
Düşmanı taktiklerle ayrılığa düşürmenin İslam tarihindeki en bilinen örneği Hendek (Ahzab) Savaşı’nda Nuaym b. Mesud’un düşman grupları arasında bölünmeye yol açacak çalışmasıdır. Sonraki devirlerde Nûreddin ve Selâhaddin Hazretleri, Ermenilerin Haçlılardan, Haçlıların da birbirlerinden uzaklaştırılmasında bu tür tekniklere başvurmuşlardır. Osmanlı’nın yol alışında da bu tür tekniklerin yeri vardır.
Düşmanı bölen esastan tutum ise, Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem’in sünneti üzerine, Hz. Ebû Bekir radiyallahü anh’ın ilk komutanların tavsiyelerine dayanır. Düşman ne yönde hareket ederse etsin, Müslümanlar savaşı insanî tutarlar. İşte o düşmanı ilk anda böler, uzun sürede ise ihyaya yönlendirir. Başka bir ifadeyle insanî tutum, savaşı düşman için davete dönüştürür.
Emperyalistler son otuz yılda Müslümanların savaşın, düşmanlarıyla savaş bir yana kendi içlerindeki savaşta dahi vahşete dönüştürmeye çalıştı. Pazar yerlerinde, düğünlerde, camilerde, hava limanlarında bomba patlatarak tedhiş oluşturtmak… Cihad değil, korkunç katliamlar dizisi…
Filistin Müslümanları siyonistin mesleği ne olursa olsun, sivil olmadığını bilerek ve siyonistlerin vahşetine rağmen bugüne kadar savaş insânî tuttular.
Bu insânî tutum, İslam’a karşı başlatılan imaj savaşını epey bertaraf etti; Batı’daki vicdanları uyandırdı ve siyonizme karşı küresel bir intifadaya vesile oldu. siyonizm, İslam’ı yok etmek isterken İslam dünyasında Müslümanlar Aksâ cihadıyla ihya oldular, İslam dünyası dışında ise pek çok insan Müslüman oldu. İslam, böylece bütün dünyada yeni bir motivasyon kazandı.
Küçük bir topluluk, bu kadar büyük bir neticeyi nasıl getirebilir. Sünnetullah’a ve Sünnet-i Resûl’e sarılarak… Aksâ, her gün bize bunu öğretmektedir.
(d) Hep birlikte gördük ki İslam alemi nüfus olarak büyük ama nüfuz olarak küçüktür. Nüfuz olarak büyümek, ilim, irfan, teknik ve üretimde hızla yol almamıza bağlıdır.
Allah’ın izniyle siyonizmin yol açtığı sıkışıklık önümüzdeki dönümde Müslümanların zihinlerinin çalışarak ve çalışmalarını bütünleştirerek dünyada ilim, irfan, teknik ve üretimde önderliği yakalamalarına vesile olacaktır.