Gündem

Susa denilince akla Hüseyin gelir, Hüseyin denilince ise Şehadet

Hüseyin! Adı gibi güzel ve tatlı, korkusuz ve fedakâr…

İhvanına, muvahhit kardeşlerine en zor ve sıkıntılı anlarında sırdaş, dost ve ağabey olan Hüseyin. O küçücük köyde sahiplenme destanını sıratı müstakim çizgisinden şaşmadan yazan muvahhit. "Muvahhit kardeşlerim" hitabını dilinden hiç düşürmeyen Hüseyin…

1962 yılında Susa Köyü'nde dünyaya gelen Hüseyin Çetinkaya, Molla Hüsnü ve Gülistan'ın oğludur. Çocukluk ve gençlik yıllarını köyde geçiren Hüseyin, ilkokulu köyde okudu. Ancak, eğitimine devam edebilmesi için ilçedeki yatılı okula gitmesi gerekiyordu. Ancak gidemedi ve eğitimini tamamlayamadı. Gençlik döneminde batı illerine giderek inşaat işlerinde çalıştı.

Hüseyin Çetinkaya, üç ağabeyi bir soygun çetesi tarafından öldürülünce evin tek erkek çocuğu olarak kaldı. Ağabeylerinin çocukları vardı ve babası, durumu iyi olmasına rağmen, bu çocukların bakımını üstlendiği için Hüseyin’e maddi destek sağlamıyordu. Hüseyin ise, “Ağabeylerimin yetimlerine bakılsın, ben kendi başımın çaresine bakarım” diyerek bu durumu kabul etmişti.

Ağabeyinin dul hanımıyla evlendi. Amacı kadına ve çocuklarına sahiplik etmekti. Kendisi gençti, bekârdı ve oldukça yakışıklı idi. İstediği kızla evlenebilecek durumda idi. Ama bunu yapmadı ve dul bir kadınla evlendi.

Susa köyünde İslami davet çalışmaları yapan Salim Fidancı’nın çabası ile İslami Dava ile tanışan Hüseyin, zaman kaybetmeden bu kutlu davayı yakınlarına ve etrafındakilere iletmek için çalışmaya koyuldu. Onun çalışmaları neticesinde Susa Köyü’nden birçok kişi İslami dava ile tanışmış ve bu davanın saflarına katılmıştı.

Maddi durumu iyi olmayan Hüseyin, batı illerine gidip mevsimlik işçi olarak çalışırdı. Kendisi ile beraber giden köylüleri onun ahlakından etkilenip köye dönünce camide ki ders halkalarına katılıyorlardı. Maddi durumu kötü olmasına rağmen kazandığı cüzi para ile İslami fikir kitapları alır ve köydeki gençlere hediye ederdi. Kitaplarını yanına taşır ve denk geldiği kişilere hediye ederdi. Çalışmanın genişlemesi ile Silvan merkezine yerleşen Hüseyin, orada bir işyeri açtı ve insanlara İslam davasını tebliğ etmeye devam etti.

Silvan’da mürtet örgütün kontrolü altında olan Tekel mahallesindeki çay ve kahvehanelere gider orada insanlara İslam’ı tebliğ ederdi. Kahvehane sahipleri gerek korkudan gerekse de mürtet örgütün fikrine benimsemelerinden ötürü, Hüseyin ve arkadaşlarının oralara gitmesini istemiyorlardı. Hatta geldiklerinde kendilerinden iki üç kat çay parası alıyorlardı. Hüseyin ise gücenmeden istedikleri parayı veriyordu. Arkadaşları bu duruma itiraz edince Hüseyin; “Benim davam çok büyüktür. Davamı insanlara ulaştırmak için buna değer. Onlar daha fazla para isteseler de ben yine verir ve tebliğ çalışmasına gelirim” diyordu.

Hüseyin Silvan’da iken tanıştığı Hanifi Poyraz adındaki genç ile ilgileniyordu. Hanifi, varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Genç yaşına rağmen toptancı dükkanlarının muhasebe işlerini yürütüyor, müşterilerle ilgileniyor ve tüm alışveriş işlerine bakıyordu. Hüseyin, Silvan’da sahip olduğu dükkân aracılığıyla Hanifi ile tanışmış ve ona davasını anlatıyordu.

Bu süreçte, Hüseyin’in bir köylüsü Hanifi’den aldığı malların parasını ödememişti. Bunu Hanifi’den duyan Hüseyin, cebinde parası olmadığı için bir şey diyememiş, fakat, Hanifi’ye hiçbir şey sezdirmeden evine gidip kullandıkları buzdolabını satmak üzere aldı. Satıştan elde ettiği parayla Hanifi’ye geri dönerek köylüsünün adına ondan özür dilemiş ve borcunu ödemişti. Böylece davasına ve tebliğ çalışmalarına zarar gelmemesini sağlamıştı.
Onun bu ahlakı ve hassasiyeti sayesinde Hanifi, dava saflarına katılmıştı. Daha sonra Hanifi de şan ve şeref dolu bir mücadelenin ardından şehadet şerbetini içerek hocasına kavuşacaktı.

Hüseyin, İslami çalışmalardan dolayı Silvan'daki işyeri ile ilgilenemez hale gelince, ailesini geçindirmekte zorlandı. Sonunda işyerini kapatıp, ailesi ile beraber tekrar Susa Köyü'ne taşındı. Köyde geçim daha kolaydı. Evi köyde olmasına rağmen sık sık ilçeye gidip geliyordu. İslam'ı kendi hayatında uyguluyor ve insanlara hikmetle anlatıyordu. Onun çabaları sayesinde hem köyde hem de Silvan’da birçok insan İslami davayı benimsedi ve davetçiler kervanına katıldı.
İslami çalışmalarından dolayı ister istemez kendisini ve ailesini ihmal ettiği de oluyordu. Hayatında kibirden eser bulunmazdı. Yeri gelir her biri ayrı tekten oluşan ayakkabılar giyerdi. Evinde gıdanın olmadığı zamanlar olurdu. Ama bunlar hiçbir zaman onun İslami çalışmalarından geri kalmasına sebep olmuyordu.

Hüseyin'in dünya ve dünyevi varlıklara karşı hiçbir ilgisi olmayan biriydi. O, kendini tamamen davasına adanmış biriydi. Hayattaki amacı Allah'ın rızasını kazanmaktı. Kendi ihtiyaçlarından önce din kardeşlerini tercih eden bir karakterde idi.
Silvan'da ailesini evini tekrar Susa Köyü'ne götürmüştü. Ancak köyde ev inşa etme imkânı yoktu. Babasının eskiden ambar olarak kullandığı tek odalı bir yeri onararak oraya yerleşmişti. Bu tek odalı ev misafir ağırlamaya pek uygun değildi. Ancak Hüseyin, odanın ortasına bir perde çekerek içeriği ikiye bölmüştü. Bir tarafında misafirleriyle kendisi kalırken, diğer tarafında ise aile efradı bulunuyordu. Aile için bu alan hem mutfak hem de yatak odası işlevi görüyordu.
Buna rağmen Hüseyin, misafirlerini evde ağırlamaktan asla vazgeçmedi. İsterse misafirlerini köydeki diğer arkadaşlarının evlerine de yönlendirebilirdi, fakat o misafirlerini kendi evinde ağırlamak istiyordu.

Hüseyin, kendisi için biraz geniş bir ev yapmak istemiyordu. Fakat inşaatına başladığı bu evi imkânsızlıktan ötürü bir türlü bitiremiyordu. Bir gün bir arkadaşıyla inşaat halinde olan yeni evinin yanında otururken, arkadaşının ona; “Artık bu evini bitirmeyecek misin?’ sorusuna karşılık Hüseyin; “Benim bir evim olacak. Allah, ya bu evimi bitirmeyi nasip edecek ya da bana bundan çok daha güzel bir ev verecek” diye cevap veriyordu.

Hüseyin’in mütevazi ve yardımsever kişiliği onu dost düşman herkese sevdiriyordu. Bir gün köyde bir akrabasına ekin biçmede yardım ediyordu. Onlarla birlikte, ücretleri karşılığında çalışan iki işçi de bulunuyordu. Birlikte, yaz güneşi altında çalışmış ve oldukça acıkmışlardı. Yemeğe otururlarken, Hüseyin kendi tabağında bulunan iki et parçasını iki işçinin tabaklarına birer parça olarak bırakıyordu. İşçiler eti tabağına geri koymak istiyor ama Hüseyin buna izin vermiyordu. Başkalarını kendi nefsine tercih etmeyi adet haline getirmişti. Bu şekilde çevresi tarafından çok seviliyordu.

Hüseyin, Risale-i Nur okumuş ve kendini bu konuda yetiştirmişti. İnsanlarla sohbet ederken ve tebliğ çalışmalarında sürekli Risale-i Nur’dan örnekler verirdi.

Hüseyin, İslami davet çalışmaları için sık sık diğer köylere giderdi. O zamanın ulaşım imkânsızlıklarına rağmen bundan geri durmazdı. 35-40 km’den uzak bir köye yaya olarak gider ve oradaki inşalara davayı tebliğ ederdi.

İslami davanın merkezlerinden olan Silvan’da PKK Müslümanları katletmeye başladı. O dönemde bölgede PKK tek güç konumundaydı. Kendisi dışındaki tüm yapıları sindirmiş ve tüm kuvveti ile yönünü Müslümanlara çevirmişti.

Kürdistan’daki Müslümanları tamamen yok etmek için harekete geçti. Her gün çevre il ve ilçelerden katledilen Müslümanların haberleri geliyordu.

O zamanlar Susa kabristanına henüz sadece Salim Fidancı defnedilmişti. Bir gün Hüseyin, Silvan’daki bir şehidin taziyesinden köye dönerken, Şehit Salim’in mezarına uğrar ve mezarının başında oturup ona yeni arkadaşlar gönderdiklerini söyler. Yanında bulunan kişiye de dönüp; “Susa, Beheşti Zehra olacak” diyordu.

Etnik milliyetçilikle dinsiz komünizmin Kürt milletine dayatıldığı bir dönemde, Kürdistan coğrafyasında varlık gösteren İslami Dava, her kesimden insanlara bu ilahi davayı ulaştırmaya çalışmış ve bunun için ağır bedeller ödemişti.
Susa köyü de Hüseyin ve arkadaşlarının samimi çalışmaları bu İslami çağrıya olumlu yanıt vermiş ve camisinde nebevi bir eğitimle insanları İslam davasına davet eden bir köy olmuştu. Susa köyü camisinde Kur'an ve siyer dersleri düzenlenmeye başlamış, insanlar bir kez daha nebevi öğretilerin güzelliğini tatmıştı.

Ancak karanlık yapıların bölgedeki tetikçisi mürtet örgüt PKK, köyde yayılan İslam nurunu çok geçmeden fark etmiş, bütün bölgede olduğu gibi Susa'da da kendisinden başka bir anlayışın varlığına tahammül etmemiş ve izni dışında yapılacak olan her türlü İslami çalışmaya müsaade etmek istememişti. Çeşitli hile, desise ve tehditlerle bu nuru söndürmek istiyordu. Böylece hak ve batıl mücadelesi Susa'da da başlamış oldu.

Hüseyin Cami cemaati ile beraber her zaman olduğu gibi 26 Haziran 1992 Cuma günü akşam namazını kıldıktan sonra camide oturmuş, yatsı namazını bekliyordu. Yatsı ezanının okunmasıyla camiye gelen birkaç kişiden sonra camide 15 kişi toplanmış, cemaat yatsı namazına durmuştu.

Müslümanlar namaz kılarken gözü dönmüş mürtet örgüt militanlarının, caminin etrafını kuşatmakta olduğunun farkına varmamışlardı. Duydukları ayak seslerinin hayvanlara ait olacağı zannına kapılmışlardı.

Fakat olay farklıydı. Kendi kimliğiyle Müslümanların karşısına çıkacak kadar cesur olamayan hain örgütün militanları, asker elbiseleriyle camiyi basmış, ayakkabılar ile camiye girerek "arama var" diye camideki Müslümanları silah zoru ile camiden çıkararak cami avlusunda toplamışlardı.

Cami cemaatini zorla dışarı çıkaran asker görünümlü PKK'li katillerin dini mukaddesatlara hakaretlerinin yanı sıra "Çağırın Allah'ınız gelsin sizi kurtarsın!" tarzı lafları, aslında birazdan işlenecek vahşetin habercisiydi.

Hüseyin gelenlerin asker elbiseli olmalarının yanı sıra ayaklarına giydikleri, mürtet örgüt militanlarının giydiği mekap marka botları görünce şüphelenmiş ve cami imamına bu durumu bildirmişti.

Mürtet örgütün kana susamış cani militanları Müslümanların ellerini bağlamışlardı. Bir caninin sesi işitilir; “Hüseyin hanginizdir?”. Benim, dedi Hüseyin. Elebaşları yanındakilere, bunu ayırın onu kendimiz ile götüreceğiz, dedi. Militanlar Hüseyin’i götürken, o caminin yanındaki direğe tutunmuş ve tekbir getirerek bunlar asker değil diye bağırmıştı.

Artık şehadetin kokusunu alan Müslümanların yüksek sesle getirdikleri tekbirlerle açılan ateşler vahşet ve katliam kusmuş, 15 mü'min, muvahhid ve mustazaf vahşice katliama maruz bırakılmıştı. Caminin avlusu kan gölüne dönmüş, insanlık bir kez daha büyük bir vahşete tanıklık etmişti.

Susa katliamında Hacı Ahmet ve oğlu Muhammed Emin Kantar; Zeki, Medeni, Said ve Meki Fidancı kardeşler; Muhammed Ali Uslu, cami imamı olan Abdulhalik Ugaş, Adnan Kantar ve Hüseyin Çetinkaya şehit olmuş, 5 kişi ise yaralanmıştı.

Silvan'a 2 kilometre uzaklıkta olmasına rağmen haberdar edilen jandarma ekipleri sabaha doğru gelmiş, dava arkadaşları ve yakınları sabaha kadar şehitlerin başucundan ayrılamamıştı.

Susa katliamı daha sonra aynı yılın temmuz ayı içinde PKK tarafından üstlenilmiş ve kendi yayın organları olan Serxwebun üzerinden "gururla" duyurulmuştu.