Güncel

PKK'nin cami düşmanlığı: Susa Cami Katliamı şehidleri rahmetle anılıyor

Salahaddin-i Eyyubi'nin ve Şeyh Said'in torunları tarih boyunca İslam düşmanlarının hedefinde oldu. Ceddinin izinde giden cami yarenleri Susa şehidlerinin şahadetinin üzerinden 32 yıl geçti. Bir namaz vaktinde camideki Kur'an aşıklarını hedef alan sosyalist, komünist ve Kürdlerin inancına düşmanlık besleyen PKK'nin Susa katliamı unutulmadı.

90'lı yıllarda mütedeyyin insanlara hayat hakkı tanımayan PKK'nin, 32 yıl önce Diyarbakır'ın Silvan ilçesi Susa köyündeki camide katlettiği 10 muvahhit Müslüman, şehadetlerinin yıldönümünde rahmet ve minnetle yâd ediliyor.

PKK'nin bölgede işlediği katliamlar dizisinden "Susa Camii Katliamı", aradan geçen 32 yıla rağmen zihinlerdeki canlılığını koruyor.

Diyarbakır'ın Silvan ilçesine bağlı Susa (Yolaç) köyünün mescidinde ibadet eden Müslümanlar, 26 Haziran 1992 yılında, yatsı namazından sonra camide PKK tarafından kurşuna dizilmiş, katliamda 10 Müslüman mazlumca şehid edilirken, 5 kişi de yaralanmıştı.

Dünden bugüne Müslüman Kürd halkına zulmederek büyük acılar yaşatan, inancıyla savaşan PKK, Susa köyündeki işbirlikçilerinden aldıkları destekle bir mabedin dokunulmazlığını çiğneyerek 15 köylüyü sırf onlar gibi düşünmedikleri için kurşuna dizmişti.

10 kişinin şehid olduğu bu saldırı Kürdistan tarihinde de bir ilk olmuştu. Çünkü Cumhuriyetin ilk dönemlerinde camiler ahırlara çevrilmiş, Kur'an dersi yasaklanmış, halkın dinine savaş açılmıştı ancak 26 Haziran 1992 tarihine kadar bir cami basılıp topluca katliam yapılmamıştı.

Susa katliamı, Kürdistan topraklarında, İslam'a düşmanlığın, İslam'ın kutsiyetlerine tahammülsüzlüğün, İslam'ın şiarlarına karşı küstahlığın ve dinine bağlı Müslümanlara duyulan kin ve adavetin mücessem hali olarak ortaya çıkmıştı.

Susa, Diyarbakır'ın Silvan (Farqîn) ilçesine bağlı 90 hanelik bir köydü. Diyarbakır'a 80, Silvan'a ise 5 kilometre uzaklıkta bulunan Susa köyü, dindar kimliği ve gayri İslami her türlü oluşum ve yapıya tavizsizliğiyle bilinirdi.

26 Haziran 1992 Cuma gecesi

Etnik milliyetçilikle dinsiz komünizmin Kürd milletine dayatıldığı bir dönemde Kürdistan coğrafyasında varlık gösteren İslami camia, il, ilçe, belde, köy demeden bu ilahi davayı tüm insanlara ulaştırmaya çalışmış, bunun için de ağır bedeller ödemişti.

Susa köyü de bu İslami çağrıya olumlu cevap veren ve camisinde adeta nebevi bir eğitimle insanları İslam davasına davet eden bir köy olmuştu. Susa köy camisinde Kur'an dersi ve siyer dersleri yapılmaya başlanmış, insanlar bir kez daha nebevi iklimin tadına varmıştı.

Ancak karanlık yapıların bölgedeki tetikçisi PKK, köyde yayılan İslam nurunu çok geçmeden fark etmiş, bütün bölgede olduğu gibi Susa'da da kendisinden başka bir anlayışın varlığına tahammül etmemiş ve izni dışında yapılacak olan her türlü İslami çalışmaya müsaade etmek istememişti.

Çeşitli hile, desise ve tehditlerle bu nuru söndürmek istediler. Böylece hak ve batıl mücadelesi Susa'da da başlamış oldu.

Cami cemaati her zaman olduğu gibi 26 Haziran 1992 Cuma günü akşam namazını kıldıktan sonra camide oturmuş, yatsı namazını beklemişti. Yatsı ezanının okunmasıyla camiye gelen birkaç kişiden sonra camide 15 kişi toplanmış, cemaat yatsı namazına durmuştu.

Müslümanlar namaz kılarken gözü dönmüş canilerin, caminin etrafını kuşatmakta olduğunun farkına varmamış, gelen ayak seslerini hayvanların ayak sesleri zannına varmışlardı.

Oysaki olay tamamen farklıydı. Kendi kimliğiyle dahi Müslümanların karşısına çıkacak kadar cesur olamayan hain örgütün elemanları, giydikleri asker elbiseleriyle camiyi basmış, "arama var" diye cami cemaatini camiden çıkararak cami avlusunda esir almışlardı.

Cami cemaatini zorla dışarı çıkaran asker görünümlü PKK'li katillerin dini mukaddesatlara hakaretlerinin yanı sıra "Çağırın Allah'ınız gelsin sizi kurtarsın!" tarzı lafları, aslında birazdan işlenecek vahşetin habercisiydi.

Artık şehadetin kokusunu alan Müslümanların yüksek sesle getirdikleri tekbirlerle açılan ateşler vahşet ve katliam kusmuş, 15 mü'min, muvahhid ve mustazaf vahşice katliama maruz bırakılmıştı. Caminin avlusu kan gölüne dönmüş, insanlık bir kez daha büyük bir vahşete tanıklık etmişti.

Susa katliamında Hacı Ahmet ve oğlu Muhammed Emin Kantar; Zeki, Medeni, Said ve Meki Fidancı kardeşler; Muhammed Ali Uslu, cami imamı olan Abdulhalik Ugaş, Adnan Kantar ve Hüseyin Çetinkaya şehit olmuş, 5 kişi ise yaralanmıştı.

Silvan'a 2 kilometre uzaklıkta olmasına rağmen haberdar edilen jandarma ekipleri sabaha doğru gelmiş, dava arkadaşları ve yakınları sabaha kadar şehitlerin başucundan ayrılamamıştı.

PKK katliamı üstlendi

Susa katliamı daha sonra aynı yılın temmuz ayı içinde PKK tarafından üstlenilmiş ve kendi yayın organları olan Serxwebun üzerinden "gururla" duyurulmuştu.

Katliam, o dönemdeki gazetelerde de geniş yer bulmuştu.

Katliamın tanıkları anlatıyor

1992 yılında PKK tarafından Susa Camii'nde kurşuna dizilerek katledilen 10 cami yareninden olan 4 kardeşin babası Hacı Mustafa Fidancı, 16 Ocak 2019'da vefat etmiş, vefatından 2 yıl önce İLKHA'ya yaptığı açıklamada katliam gününü anlatmıştı.

Merhum Fidancı, "Katliamın olacağı gün tarladaydım, akşam saatlerinde işimiz bittikten sonra yavaş yavaş köye dönüyordum. Gelirken baktım birisi, tütün tarlasının yanında, başını çıkarmış bekliyor. Birbirlerine 'Öldürelim mi?' diye soruyorlar. Biri de 'Yok öldürme, camide hepsi toplanınca o zaman öldürelim. Şimdi gürültü çıkarma' dediğini duydum. Oğlum Muhammed Said de önümde yürüyordu, o duymadı ama ben ve küçük oğlum Zeki duyduk. Eve geldiğimde yeğenim, kardeşimin bizi evine misafirliğine davet ettiğini söyledi." ifadelerini kullanmıştı.

"Hani Allah-u Ekber diyordun, Allah-u Ekber'in gelsin seni kurtarsın!' diyorlardı"

Baba Fidancı, "Katliamdan önce köylülerden biri PKK'lilere, 'Benim de çocuğum onlarla beraber, ne yapsanız ayrılmaz. Camiye saldıracağınız gece bize haber verin, oğlumu dışarı çıkarın, kalanları öldürün' diyerek anlaşıyor. Camide böyle bir şeyin olacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi. 'Nasıl Müslüman bir köyde camiye saldırı olur' diye düşünüyordum. PKK'lilerden biri caminin önünde gizli bir yere geçip kimin camiye girip çıktığını, kaç kişi olduklarını takip etmiş. Orada camidekilerin elleri bağlanırken Abdussamed isimli biri kendini çözüp kurtuluyor. Biz de misafirlikte oturuyorduk, baktım silah sesi geldi. Dışarı çıkınca bütün evlerin damı PKK'lilerle doluydu. Şehit Hacı Ahmet Kantar PKK'lilerin üzerinde asker üniforması olduğundan dolayı onların jandarma olduğunu söyledi. Hatta 'askerlere' camidekilerin gariban insanlar olduğunu söylemek için gitti. Gittiği gibi baskına gelenlerden biri, 'Bu da onlardandır' deyip hemen ellerini bağlayıp duvar dibine götürdüler. Caminin oraya geldik, benle Molla Hüsnü'ydük. O benim önümdeydi, beni duvar dibine çekti. Gece olduğu için görünmüyorduk. Camiye baktığımızda Şehit Hüseyin Çetinkaya'yı kovaladıklarını gördük. Hüseyin'i kovalayanlar ona, 'Hani Allah-u Ekber diyordun, Allah-u Ekber'in gelsin seni kurtarsın' diyorlardı. Onların bu sözleri üzerine Şehit Hüseyin de tekbir getirdi, onu orada şehit ettiler." diye anlatmıştı.

"Evlerimizi yakmak için benzin getirmişlerdi"

O gece köye çok sayıda PKK'linin geldiğini dile getiren merhum Mustafa Fidancı, "Gelen PKK'liler evlerimizi yakmak için yanlarında benzin de getirmişlerdi. Köyde evler birbirine bitişik olduğu için evlerimizi yakmadılar. Yoksa yangın onlarla işbirliği yapan köylülerin de evine sıçrardı. Camidekileri şehid ettiler. Şehid naaşlarının başına gittik, bizim hiç silahımız yoktu. Yanımdakilere yaralıları kontrol etmelerini söyledim ve ardından aracımız için şoför aramaya çıktım. Bizim arabamız vardı ama şoförümüz yoktu. Bir kaç eve gittim, korkudan şoför vermediler. Muhtarın evine gittim, yakınlarımıza telefon açmak için orada da baktım ki telefon kablosunu kesmişlerdi. O şekilde 4 oğlum şehit oldu." diye konuştu.

"Yatsı ezanı okundu, kamet getirildi ve namaz için saf tuttuk"

Susa camiinde yaşanan vahşetin tanığı Abdussamet Fidancı, olay günü yaşanan vahşeti anlatırken o günleri yaşar gibiydi.

Abdussamet Fidancı, o meşum geceyi şöyle anlatıyordu: "26 Haziran 1992 Cuma gecesiydi. Akşam ve yatsı namazı arasında Kur'an-ı Kerim okumak için camiye gittik. Yatsı ezanı okundu, kamet getirildi ve namaz için saf tuttuk. Namazın bitimiyle beraber, Şehid Hüseyin bana 'Şêxo babamla görüşmüş, babam şu an sizin evde. Sen git bakalım bu görüşme neyin nesiymiş öğren.' dedi. Ben de camiden çıktım ve eve doğru yürümeye başladım. Yolda birkaç kişi kolumdan tutarak, elimi bağladılar. Biri sivil elbiseli, diğerlerinin üzerinde asker elbisesi vardı. Ellerimi bağlayarak beni camiye getirdiler. Camide 15 kişi vardı, içeriden sesler gelmeye başladı. 'Biz askeriz, kıpırdamayın.' diyorlardı ancak hakaret ediyorlardı. Bunun üzerine camidekiler, 'Hem Allah'ın evine ayakkabılarınızla giriyorsunuz hem de yaşlılara hakaret ediyorsunuz.' dediler. Şehid Hüseyin ise 'Neden evlerimiz dururken bizi camide arıyorsunuz, hem burası ibadet yeridir, burada namaz kılınıyor. Buraya böyle ayak basarak giremezsiniz. Sizin hiç mi Allah'tan korkunuz yok?' diyerek onların yüzüne tükürdü."

"PKK'liler camiyi basmadan önce evleri dolaşmış ve köylüleri tehdit etmişti"

PKK'lilerin asker kıyafeti giydikleri için kendilerini ilkin asker zannettiklerini söyleyen Fidancı, olayın devamını şöyle anlatıyordu: "Ancak hareketleri ve ayaklarında mekap marka ayakkabıyı görünce bunların PKK'li olduğunu anladık. Daha sonra herkesin elini bağlayıp, caminin dış duvarı önünde sıraya dizdiler. Hüseyin'i almak istiyorlardı ama o direniyordu. Benim de elim bağlıydı ancak ip gevşekti, ben de kaçmayı düşündüm. Ellerimi çözüp kaçmaya başladım, 'Dur yoksa ateş ederiz.' dediler ama ben kaçmaya devam ettim. Nefes nefese eve vardım, durumu anlattım. Asker kılığında PKK'lilerin camiyi bastığını ve onları öldüreceklerini söyledim. 'Hemen köylüleri toplayıp, yardıma gitmemiz lazım.' dedim. Ama PKK'liler camiyi basmadan önce evleri dolaşmış ve kimse dışarı çıkmasın diye köylüleri tehdit etmişti. 15 dakika sonra silah seslerini duyunca, camiye koştum, gördüğüm manzara dehşetti, bunun adı katliamdı. PKK'liler bu alçakça katliamı işledikten sonra kaçmıştı, cami önünde kurşuna dizilen 15 arkadaşımızdan 10'u şehid olmuştu. 5 kişi de yaralanmıştı."

"15 kişinin caminin avlusunda vahşice kurşuna dizildiğini gördük"

Katliamın tanığı Mehmet Hafız Fidancı da yaptığı açıklamada cami avlusunda o güne kadar duymadıkları ve görmedikleri bir manzara ile karşılaştıklarını ifade ediyor ve şunları anlatıyordu:

"Saat 22.00 sıralarında silah sesleri üzerine camiye koştuk. Camiye gittiğimizde 15 kişinin caminin avlusunda vahşice kurşuna dizildiğini gördük. Kimi vefat etmiş, kimi yaralı bir şekilde yerde yattıklarını gördük. Cenazeleri bir tarafa kaldırdık. Yaralıları hastaneye götürme çabasında bulunduk. Arabaların tekerleklerinin patlatıldığını söylediler. Şehid Medeni'nin arabası vardı. Kendisi sırtından yaralıydı. Bize belinin bağlanmasını söyledi. Çünkü kan kaybediyordu. Biz de belini bağladık. Bize arabasının anahtarının yerini söyledi. Biz de aldık, yaralıları arabaya koyduk. Yoldayken Medeni şehid oldu."

"Bir vahşet sahnesi ile karşılaştık"

Cami avlusunda o güne kadar duymadıkları ve görmedikleri bir manzara ile karşılaştıklarını ifade eden Fidancı, şöyle devam ediyordu: "Biz sabaha kadar şehit ve yaralılarla uğraştık. Tabi bazı köylüler geldi. Korkularından dolayı gelmeyenler de vardı. Çevre köylerden de gelenler oldu. Diyarbakır'dan, Silvan'dan gelenler de oldu. Gerçekten o zamana kadar duymadığımız, görmediğimiz bir olay ile karşı karşıya idik. Allah şahadetlerini kabul etsin."

"Camiye gitmek suç ise bu suçu biz peşinen kabul etmişiz"

PKK'nin köy halkını camiye gittikleri için sürekli tehdit ettiğini ve 'köy camisine baskın yapılacak' duyumlarını aldıklarını belirten Fidancı, "O olaydan önce bizim kendi şahsımıza bir şey diyen olmadı. Ama 'PKK'liler tarafından camiye baskın olacak' şeklinde duyumlar alıyorduk. Biz 'Ne pahasına olursa olsun camiden geri kalmayız. Biz camiye gideceğiz, camiye gitmek suç ise bu suçu biz peşinen kabul etmişiz. Bir İslam toplumunda camiye gitmek suçsa, buna bir söz bulunamaz artık.' diyorduk. Müslüman bir toplumun içinde, Allah'ın evinde, böyle bir vahşet yapılabileceğini doğrusu biz beklemiyorduk. Ama yanılmışız. Ne yazık ki böyle vahşi, İslam'a düşman, din düşmanı insanlar varmış içimizde, haberimiz yokmuş. Böylece İslam'a olan tahammülsüzlüklerini ortaya koymuş oldular." diyerek PKK'nin bu katliamla gerçek yüzünü ortaya koyduğuna dikkat çekiyordu.

"O gün devlet yoktu"

Fidancı, bölgede, özellikle Susa katliamında devletin halkı koruyamadığına vurgu yaparak "O gün devlet yoktu.' diyebilirim. Bizim köyümüz ilçeye 5 kilometre uzaklıkta olmasına rağmen, civardaki köylüler geldikten sonra devlet geldi. Ben bunu devletin büyük bir ihmalkârlığı olarak niteliyorum. İlçeye o kadar yakın bir köyde böyle bir vahşet olacak, olay ile ilgili bir tek kişi yakalanmayacak. O silah sesleri devletin kolluk kuvvetlerinin kulağına bile gitmiş. Buna rağmen devlet ortada yoktu. Herkes geldikten sonra devlet ortaya çıktı. Devlet gerçek manada görevini yapmış olsaydı, bu olay olmayabilirdi. Devlet o gün bölge halkını PKK'nin insafına terk etmişti." diyordu.

Susa'da ikinci katliam girişimi

Susa'da 1992'deki katliamda 10 kişiyi katleden PKK'nin, 28 Şubat zulmünün hüküm sürdüğü 1998 yılında da derin devletin karanlık güçleriyle yapmış olduğu işbirliğiyle ikinci bir katliam girişiminde bulunduğunu belirten Fidancı, katliamdan sonra köyde barınamayarak çıkan PKK'lilerin asker ve korucular tarafından yeniden köye dönmeleri için zemin hazırlandığına dikkat çekiyordu.

Fidancı, yaşanan ikinci vahşeti şöyle anlatıyordu: "Asker, 28 Şubat'ın karanlık döneminde köye saldırı olacağını söyleyerek Susalıların köyü birkaç günlüğüne terk etmesini istedi. Bunun üzerine Susalılar, evlerini, barklarını, başak vermiş ekinlerini, besledikleri hayvanları bırakıp Silvan başta olmak üzere yakın yerlerde bulunan akrabalarının yanına gitti. Ancak bu arada derin devletle işbirliği yapan PKK'liler, askerin yardımıyla korucu olarak köye yerleşti. Asker tarafından köyden çıkarılan köylülerin evlerine yerleşen PKK'liler, devlet gücünü de arkalarına alarak köy halkının her şeyine el koydu. Çoluk çocuklarıyla zor şartlar altında hayatlarını sürdürmeye çalışan Susalılar, aradan bir hafta on gün geçmesi üzerine köylerine döndüklerinde böyle bir işgal ile karşılaştılar. Köyümüze döndüğümüzde köyün girişinde barikat kuran korucu ve çevre köylerden gelen PKK'liler ellerinde silah, sopa, balta gibi aletlerle bizleri karşıladı. Bunun üzerine arazilerinden geçerek evlerine gitmeye çalışan kadın-erkek, yaşlı-genç ve çocuklardan oluşan Susalılar, devletle işbirliği yaparak korucu olan PKK'liler tarafından uzun namlulu silahlarla taranmaya başlandı. 10 kişinin yaralandığı ikinci katliam girişiminde, korucu başı olan adamın durmadan bağırarak 'Hiç kimseyi sağ bırakmayın, zürriyetlerini kesin.' şeklindeki sözlerini hiç unutmadık. Maalesef, tarih tekerrür etmişti. Mazlum, mağdur, mustazaf Susa halkı 6 yıl önce olduğu gibi muhasara altına alınmış, ağır silahlarla bir kez daha katledilmek istenmişti. 6 sene önce asker elbiseleriyle camide bizi katledenler, şimdi de devletin koruması altında ve korucu kimliğiyle Müslümanlara kin ve nefretlerini kusuyorlardı."

Susa katliamında katledilen Müslümanlar

Hüseyin Çetinkaya: İhvanına, muvahhid kardeşlerine en zor ve sıkıntılı anlarında sırdaş, dost ve ağabey olan Hüseyin. O küçücük köyde sahiplenme destanını sıratı müstakim çizgisinden şaşmadan yazan muvahhit. "Muvahhit kardeşlerim" hitabını dilinden hiç düşürmeyen Hüseyin…

Molla Abdulhaluk Ugaş: Zamanının çoğunu camide geçirirdi. Öyle ki saatlerce camiden çıkmadığı zamanlar olurdu. "Bu kadar uzun süre camide nasıl kalabiliyorsun?" diye soranlara; "Hevalê min li wê derê ye, sebra min pê tê. Ew jî Qur'an e." Yani 'Benim arkadaşım camidedir, zamanımı onunla geçiriyorum. O da Kur'an'dır.' şeklinde cevap veriyordu.

Muhammed Sait, Meki, Medeni ve Muhammed Zeki Fidancı: Allah yoluna adanmış dört kardeş… Dört İslam davetçisi… İlmi ve ibadi anlamda yetişip yetiştirmeye çalışan dört İslam mücahidi…

Muhammed Ali Uslu: Mü'min dostlarının tesellisi ve sığınağı… Ali yürekli Muhammed Ali… Tüm baskılara Bilal'ce direnen Muhammed Ali.

Hacı Ahmet ve oğlu Muhammed Emin Kantar: "Sabredin ey Yasir ailesi size cennet vardır." diyen Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dizi dibinde ders almış gibiydiler.

Adnan Kantar: Konuşmalarını ve sohbetlerini Üstad Bediüzzaman'ın temsili hikâyeleriyle süsleyen, tebliğ vazifesinden geri kalmayan, daima mütebessim biriydi.