Siyaset kurumunun toplumun huzur ve güveni sağlamak, gelecek nesilleri daha güzel günlere taşımak gibi bir endişesi yok.
İktidarın kalıplaşmış bazı ezberleri bozması ve gündemi belirlemesi, bazı tabuları yıkması gerekirken, tam tersi bir durumun şokunu yaşıyoruz. Her ne hikmetse gündemi belirleyen ana gündem konusu cuntacıların ve muhalefetin istekleri oluyor.
Kenanizm ideolojisini bir ritüele dönüştürmüş küçük bir azınlığın sesinin çok çıkması dikkate alınıyor. Haklı olanın halk olduğu gerçeği unutuluyor. Halkın ve çoğunluğun beklentisi darbeci anayasadan kurtulmak olduğunu bilmeyenimiz yok.
İş icraata gelince siyaset kurumu, farklı kulvarlarda yüzüyor. Kenanizm ideolojisine kendini adamış azgın bir azınlığın kafa yapısına göre bir halk dizayn edilmek isteniyor. Darbe anayasası kutsamaları onların haklı olduklarını göstermez. Darbe anayasasının maddelerini kutsayanlar, darbeden beslenmeyi medet umanlar, açlık oyunlarını oynuyor.
HÜDA PAR'ın sivil bir anayasa vurgusunu yapması, böylesi cesur bir adımı atması, geleceğe dair güzel umutları beslememize kapı araladı.
HÜDA PAR'ın sivil bir anayasa ve dördüncü maddenin “Değitirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” ibaresinin kaldırılması konusundaki tutumu yerli yerinde bir tutum oldu. Bu maddeler üzerinden şimdi de darbe anayasasının maddeleri kutsanmaya başlandı.
HÜDA PAR'ın gündeme taşımış olduğu Türkiye yeni yüzyılına yakışır sivil bir anayasa söylemi konusunda tüm partiler ana muhalefet partisi gibi davranmaya başladı. Tüm siyasi partilerin böylesi ciddi bir meselede Kenanizm hipnozundan kurtulmuş olmamalı ki, halkın iradesine pranga vuran darbecilerin ortaya atmış olduğu anayasanın maddelerine toz kondurmuyor. Tüm partiler günlerdir ilk dört maddeyi öyle bir tabulaştırdılar ki; akla ziyan açıklamalarda bile bulundular. Kenan Evren şimdi yaşasaydı, her halde krallık tacı bile takma yarışına girecek kadar dengesiz bir siyasi söylem yapılacaktı.
Türkiye'de yaklaşık yüz yıldır CHP'nin ana paradigması, muhalefet olsam da muktedirim kavgasını veriyor. Gelen iktidarlar ise iktidarım ancak muktedir değilim sendromunu yaşıyor. Tam paradoksal bir çelişki.
Bu paradoksal çelişkinin içinde sivil bir anayasa yapmak konusu konuşuluyor. Günün sonunda gündemi belirleyen kesim, muktedirim, devletin gerçek sahibi benim deyip, darbelerle beslenen kesimin dediğine geliyor.
Sivil anayasa konusunda tartışmalar kısır döngü içinde dönüp dolaşıyor. Günün sonunda değişen bir şey olmuyor. Olan darbe anayasasıyla yönetilen çilekeş ve mazlum halka oluyor.
Geleceği ve istikbali çalınmış, iradeleri prangaya vurulmuş bir nesil yetişiyor. Gelecek nesilleri cuntacıların ve darbecilerin esareti altında bırakmaktan başka bir şey yapmıyoruz.
On yıllardır sivil anayasa konusu gündemimizde hiç eksik olmadı. Sivil, yerli ve milli bir anayasanın yapılması konusunda ciddi bir irade ortaya atılmış değil. İktidarı elinde bulunduranların darbe anayasasının ağırlığı altında titremelerine bir anlam vermek gerçekten çok zor.
İktidar ile muktedir olmanın mücadelesinin verildiği siyasi bir atmosferde sivil anayasa yapmak, FETÖ darbesini püskürtmek kadar önem arz ediyor.
Sivil anayasa iktidarın muktedir olması için büyük bir fırsat bu fırsat tepmemeli.