Gencecik fidanlara bu mezarlar kazılır mı? Demiştin ya…
Gencecik fidanlara da mezarlar kazılırmış.
Tıpkı Yasin, Riyad, Hasan, küçük Ali ve sen gibi…
Ne acıymış senin ardından seni anlatmak
Seni yazmak ne kadar da zormuş
Ey yüce sevdaya bülbül-ü şeyda!
Baran baran toprağa can veren Aytaç!
Baran baran yüreğimize düşen Şehit!
Sen gittin, koca 5 yıl oldu.
Baharlar kışlar geldi geçti
Zaman aktı, devran döndü
Sen ise hep diri kaldın
Beş yıl daha büyüdün kalbimizde
Çorak topraklarımıza ab-ı hayat oldun
Boynu büküklerin umudu
Annelerin duası oldun…
Gülüşlerin hala taze
Sesin hala sıcak…
Gözlerindeki umut hala ilham veriyor
Dostlara, Yusuflara, şairlere…
Katıldın şehitler kervanına
Şehitler kervanı senle şenlendi.
Kavuştun sevdana
Erdin muradına…
***
Elveda Dost
Devran dönmeye devam eder zamansa biteceği günü bekler. Mazlumlar düşer toprağa Habil’in yolunda.
Bir Zekeriya, bir Yahya, Ashab-ı Uhdut ve yürek yakan Kerbela…
Devran döner şehitler bitmez. Kurak toprakları kanla sular şehitler. Ölmüş ruhları kanlarıyla diriltir şehitler…
Şehitler kervanı yürür yürüdükçe büyür.
Tarih 9 Haziran 2015 Aytaç Baran da katıldı bu yüce kervana. Şehitler gibi yaşadı ve şehit olarak son verdi dünya serüvenine…
Hayatıyla bir öğretmendi o, dava adamlarının öğretmeni…
Davayı kuşanmak onu sahiplenmek nasıl olurmuş gösterdi. Bir mum gibi aydınlattı, aydınlattıkça eridi kutlu yolun potasında.
İslam’ın yüce ahlakı mücessem oldu adeta Aytaç’ın şahsında. Adalet, iffet, cesaret ve isar en güzel örnekleriyle Aytaç’ın yaşamında can buldu.
Dert edindi, dertlendi, çırpındı ve takatini zorladı. İnsanlığı küfrün ve hayasızlığın girdabından kurtarmak için canhıraş bir azimle çabaladı.
Kur’an’ın yüce mesajını insanlara ulaştırmak için gecesini gündüzüne kattı. Bu yolda aç kaldı, susuz kaldı; işkence gördü, zindan gördü.
Yılmadı,
O aşk ehliydi. Maşuku için dünyaya, dünyalıklara ve ölüme meydan okuyordu. Fani olana değil baki olana meyyaldi. Bu sebeple hesabını ahiret üzerine kurmuştu. Asıl ahirette kazananlardan olmak istiyordu.
Rabbine yönelmeyi, secdelerle miraca çıkmayı çok severdi. Ezan okunduğunda heyecanlanırdı adeta ,bir an önce namaza başlamak isterdi. Bulunduğu yerde hemen insanları namaza hazırlar cemaatle namazlarını eda ederdi.
Şehit olmak istiyordu. Öyle laf olsun diye değil candan yürekten istiyordu şehadeti. Cananına canı hediye etmenin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu.
“Şehit ve şehadet” denilince Aytaç’ın kalp atışları hızlanırdı. O hasreti onun güzel simasında görmek mümkündü.
Hiç unutmam! Bir gün yanıma gelmişti. “Abe! Çok güzel bir film var bende, bir gün getireyim. birlikte izleyelim” demişti. Filmin konusunu sorduğumda “şehitlerle ilgilidir, çok güzel bir film” diye karşılık vermişti.
Sonraki gün birlikte “Elveda Dost”u izlemiştik. Filmi izlerken Aytaç’ın “Ah keşke bende şehit olsam” diyerek iç geçirdiğine şahit oluyordum. Gözleri ışıl ışıldı. Şehadet hasreti bütün benliğini sarmıştı.
Gıptayla bakıyordum kendisine. İhlasını görünce utanıyordum.
“Aytaç şehit olacak” diye bir his vardı içimde. Kitaplarda okuduğumuz şehitlerin yaşantısı vardı Aytaç’ta.
Kara günlerdi…
6-8 Ekim şehitlerinin acısı hala tazeydi. Yasin’in ve arkadaşlarının parçalanmış cesetleri bir türlü gözümüzün önünden gitmiyordu.
Aytaç’a tehdit mesajları geliyordu. Suikast listesine almışlardı…
O günlerde görmüştüm kendisini ; vakurdu, Allah’a teslim olmuştu, korkmuyordu…
Şehadet mevsimiydi…
Cizre’den şehadet haberleri gelmişti.
Şehit Aytaç’ı son kez görüşümdü. Uzaktan, durdu selam verdi. Tebessüm etti her zamanki gibi Gözden kayboluncaya kadar izlemiştim kendisini gıptayla…
Birkaç gün sonra haberi gelmişti:
Aytaç, şehadet şerbetini içmişti…
Yusuf Rabatlı