Dayê Behna Sêve Te...

İnsanlık tarihsel seyrinde çeşitli savaşlar, afetler ve katliamlar görmüştür. Bu yaşanılanların en acısı elbette katliamlardır. Katliam; çocuk, kadın, yaşlı veyahut hayvan ve bitki ayırt etmeksizin tüm mahlûkatı topluca yok etme girişimidir. 20. yüzyıla gelindiğinde katliamlar modern üretimle nesilleri etkileyecek boyuta varmışlardır.

Batı dünyası 14. yüzyıl itibariyle başlayan değişim rüzgârıyla yeni ve dehşetli bir sürece girmiştir. Rönesans ve Reform hareketleriyle devam eden bu süreç aydınlanma ile beraber batıda maddenin zaferi, din ve maneviyatın ise mağlubiyetiyle sonuçlanmıştır. Din protestanlaştırılmış, akıl temel esas olarak kabul edilmiş ve sanat, kültür gibi her alanda modernizm bayrağı dalgalanmaya başlanmıştır.

İnsaniyetinden soyutlanan ve tamamıyla materyale indirgenen batı âlemi, Fransız İhtilalı ile fikri etkisini tüm dünyada göstermeye başlamıştır. Dünyaya ihraç edilen fikri akımlar girdikleri ülkelerde ümit edilenin aksine yıkıma yol açmışlardır. Dini geleneğini tüm varlığıyla koruyan Doğu da bu akımlardan etkilenmiştir. Deli gömlekleri olan ideolojiler yerel talebelerini yetiştirmiştir. Fransız merkezli ulusal sosyalizmin bölgemizdeki savunucusu Mişel Eflak, bölgemizi kan çanağına çevirecek talebelerini büyük bir maharetle yetiştirmiştir. Saddam Hüseyin bu öğrencilerinden biridir.

İran’da büyük bir hareketlilik başlamış, binlerce yıllık şah rejimi yıkılmış, yerine İslam’a dayanan bir sistem kurulmuştur. Batı bu yeni gelişme ile şoka uğramış ve yerel kuklalarını devreye sokmuştur. Kukla Saddam batıdan aldığı silahlarla sekiz yıl boyunca İran ile savaşmıştır. Savaşta IKBY bölgesel güçleri İran ile birlikte hareket etmişlerdir. Saddam’ın adına Enfal dediği hareketle yaklaşık iki yılda 185 bin Müslüman Kürdü katletmiştir.

Savaşın sonlarına gelindiğinde Talabani’nin peşmergeleri 15 Mart 1988’de Süleymaniye şehrine bağlı Halepçe kasabasını ele geçirmiş, bu gelişme Bağdat yönetimine şok etkisi oluşturmuştur. Çünkü Halepçe İran sınırına yaklaşık 10 kilometre uzaklıktadır. Saddam bölge sorumlusu olarak tayin ettiği kuzeni Ali Hasan el-Mecid’e yani ‘Kimyasal Ali’ye katliam emri vermiştir. Halpçe, insanlık, tarihte örneğine az rastlayan bir katliamla utanç çığlıklarına boğulmuştur.

Tarih 16 Mart 1988.

Güneş her günkü tebessümüyle doğarken bahar esintisini derelerden, dağlardan hanelere taşıyordu. Yeniden doğuşun kelebekler üzerinde, kuşların dilinde ayrı bir güzelliği vardır.

Çocuklar annelerinin kucağında uyanıp babalarının sinelerinde soluklanıyorlardı.

Halepçe, 40 bin insanıyla bitkisiyle hayvanıyla gündelik rutin işlerine koyulmaya başlamıştı. Anneler kahvaltı hazırlıyor, çocuklar etraflarda koşuşturuyorlardı.

Ömer Havar için her şey daha güzeldi. Çünkü yıllarca erkek çocuk özlemini çekmiş, Rabbim yedi kız çocuktan sonra ona ikiz erkek evlat nasip etmişti. Halepçe de herkesin ayrı bir hikâyesi vardı.

Gökyüzünde kuşlar uçuşurken birden gürültülü bir ses duyulmaya başlandı. Kulakları patlatacak şiddette bir ses. Savaş uçakları Halepçe’nin mavi göğünde ölüm kusmaya başladı.

Saatler 10:55’i gösteriyordu. İlk bombardımanlarda camlar kırılmaya başlandı. Ardından beş saat aralıksız sürecek olan kimyasal bombardımana başladı Saddam’ın savaş uçakları. İlkin etrafa hafif bir elma kokusu yayılmaya başladı, ardından giderek şiddetlenen koku tüm kasabayı etkisi altına aldı.

Çocuklar annelerine koşarak ‘Dayê Behna Sêve Te…’

Oysa Halepçe narıyla meşhurdu.

Evlerinden fırlayan insanlar…

Sokaklarda, bahçelerde, tarlalarda, arabalarında donup kalanlar…

Tarife sığmayan bir ölüm; Halepçe.

Duvar diplerine sığınanlar, sığınaklara kaçanlar, yavrularına sarılan anneler ve babalar…

‘Anne nefes alamıyorum’ diyen çocukların çığlıkları titretiyordu Halepçe’yi. Derileri yanıyordu.

Ailesi ile kahvaltı yaparken katliama yakalandı Ömer Havar. Bir oğlunu kaptığı gibi dışarıya fırladı. Akrabalarının sığınağına yetiştirmek ümidiyle koşarken bir bomba kapının eşiğinde yakaladı onları. Evladının üzerine kapandı.

Bebenin bakışlarında bir hawar…

Ailesinin geride kalan sekiz çocuk ve anneleri de şehadete yürüdü.

Her yerde cesetler; kimisi sofra başında, kimisi ise henüz tebessümünde…

Allah’ım! Tarif edilmez bir manzara, dayanılmaz.

Katiller kalp taşımıyor olmalı.

Katiller taşlaşmış bir cisim taşıyorlar sinelerinde.

Beş binden fazla Müslüman Kürt şehit…

Binlercesi yaralı.

Halepçe; insanlık tarihinin en büyük utançlarından biri olarak kalacaktır.

Etkisi nesiller boyu devam eden bu katliamda, katiller geç de olsa kendi efendileri tarafından cezalandırılmışlardır. Lakin asıl ceza kıyamette onları bekliyor olacak.

Halepçe şiirlerde ve ağıtlarda yaşıyor.

“Evlere, hanlara indim

Bu diyarlara, burçlara indim.

Yüreğimin kaynamasıyla konuştum yine

Dertlerden, hüzünlerden, acılardan, yaralardan...

Ah, ah

Yine bombardıman yağmuru var, her yer sisle, dumanla kaplanmış

Yine yaralılar inliyor

Annelerin ninni sesleri geliyor

Bir baba kederle çocuklarının üstüne atlıyor (korumak için)

Ama çocuklar nefessiz, ruhsuz, cansız kalmışlar

Ah yaralıyım...”

foto
Yazar: Yahya Güngen
YORUM YAPIN(üye olmadan da yorum yapabilirsiniz)
Yorumla
İptal