Amed’in ruhu

        Mevsim kış, toprak üşümüş ellerini içine doğru çekerken, şehir çoraklaşmış gönlüyle kışı yalnız karşılamakta. Her var edilenin atan bir kalbi ve kendini ifade etmek için giydirilmiş bir manası vardır. Dağlar yürütülür, denizler canlılar besler ve gökyüzü toprakla konuşur. Şehirler; en kıymetli olana yaşam alanı sunar. Tarih, sürülmüş topraklar ve bir mabet etrafında kurulmuş şehirlerle nefes almaya başlamıştır. 

      Dicle çağlar boyu Mezopotamya’nın ellerinden ab-ı hayata dönüşmüştür. Toprağa can Hewsel’de bahşedilmiştir. Amed’in mümbit topraklarından insanlığın yaşamı için yeni topluluklar Çayönü’nde belirmeye başlamış tarih bu toplumlara ‘tarımcı köy toplulukları’ demiştir. Küçük yerleşik alanlara sığmayan bu topluluklar zamanla taşı çatlatıp şarıl şarıl hayat akıtan Fisk Kaya’yı keşfetmiş ve bu kayanın etrafını kendilerine yurt edinmişlerdir. Artık yeni topluluklar ‘şehir toplulukları’ olarak anılmaya başlanmıştır.

    Uygarlık, insanlığın yaşayarak biriktirdiklerinin sonucu olarak bize sunduğu en değerli eseridir. Şehir oluşturan bu yeni topluluklar o şehri korumak için Hurriler döneminden başlayarak surlar ve kaleler inşa etmişlerdir. Amed bağrında yeni uygarlıklar doğurmuş, uygarlıklardan biri ölürken ardından bir diğeri doğup filizlenmiş ve büyümüştür. Amed uygarlıklara beşiklik yapmış, Dicle’nin hayat suyuyla tarih üretmeye başlamıştır. Şehir, kitapları dolduracak, ciltlere dizilecek tarihi vakalarla dolmuştur.

    Şehir medine olmadıkça medeniyet inşa edemez. Ve medeniyet inşa edemeyen şehirler çiçeğin topraktan koparılıp solması misali solmaya başlar. Tarih Amed’in yüzünde oluşmuş bir solgunluk notu düşer. Her var edilenin bir kalbi, soluğu var demiştik, işte şehrin kalbi atmıyor ve adeta soluğu kesilmiş bir vaziyette iken; tarih 639 yılını gösteriyordu.

   İnsanlık tarihine sahip olan şehir, medeniyet inşa edecek olan İslam ordularını gördüğü zaman büyük bir saygıyla eğildi ölümsüz kahramanların önünde. Şehir, medineye dönüşürken medeniyet inşa eden ruh tüm eserlerini ellerimize miras olarak sunmaya başladı. Şehir kendisini ifade etmek için tarihler boyu aradığı manayı bulmuştur. Toprak alınlarından öper yeryüzü yıldızlarının. Amed manasına/ruhuna kavuşmuştur.

    Medeniyet medineden sakinlerine yeni bir hayat bahşeder. Merkeze Ulu Camii, Hz. Süleyman Camii gibi mabetleri alarak manadan müteşekkil bir ruh üfler çoraklaşmış gönüllere. Mesudiye, Zinciriye’de ilim irfan halkaları oluşmaya başlar. Hanlarda kervanlar ağırlanır, açlar doyurulur. Meryem Ana Kilisesi bir mabet olarak yaşamaya devam eder. Malabadi, On Gözlü köprüleri gönül erenlerinin yürüyüş yollarına kurulur. Amed yüzyıllardır aradığı ruhuna kavuşmuştur. Bağrında nice erenler, evliyalar yetişir. Amed Zülkifl, Elyesa(a.s) Efendilerimize ev sahipliği yapar. Ne yüce bir şeref!

     Mevsim kış, üşüyen ellerimiz büyük bir boşlukta. Ruhundan uzaklaşan ve kentleşen Amed küskün bir çocuk gibi mahzun. Modern zamanlara öykünüp ruhsuzlaşan bir kentte solumanın mahzuniyetini taşıyoruz. Şehir bir mabet etrafında biçim kazanmışken, şimdiki zamanlarda haz, eğlence ve tüketimin etrafında yığınlaşıyor. Caddeler bilinçsiz alınlarla dolu, apartmanlar ve siteler ruhsuz bedenlerle dolu. Camiler sadece turistik bir mekân haline getirilmiş vaziyette. Amed, alınlarını öptüğü o kutlu kervanın özlemini içine gömmüş şekilde utancından yüzünü elleriyle kapatıyor.

foto
Yazar: Yahya Güngen
YORUM YAPIN(üye olmadan da yorum yapabilirsiniz)
Yorumla
İptal