37,6168
33,9708
2.725,00
İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Ateş, ümmet tanımının ne olduğu, ümmet
bilincinin oluşması için neler yapılması gerektiği, bu konuda kimlere ne görev
ve sorumluluk düştüğü, ümmet olamamanın önündeki en önemli engelin ne olduğunu,
ümmet bilinci oluşumunda temsiliyetin önemi ile ilgili İLKHA Muhabirine önemli
açıklamalarda bulundu.
"Kur'an-ı Kerim birçok ayette ümmetin nasıl bir
ümmet olması gerektiğini bizlere anlatır"
Ateş, "Tabii bize Müslüman ismini veren Allah'u Teâlâ
ümmet olmamıza dair tanımı da o yaptı. Herkesin kendi kafasına, kendi bilgi
birikimine göre bir ümmet tanımı olmaz. Ümmetin çerçevesi de ona göre çizilmez.
Kur'an-ı Kerim birçok yerde ümmetin nasıl bir ümmet olması gerektiğini anlatır.
Ama özellikle tüm ümmetle alakalı tanımı, çerçeveyi bir araya getiren Bakara
Suresi'nin bir ayetini bir de Ali İmran Suresinin bir ayetini tüm tanımları
içerisinde bulunduran, barındıran bir tanım olarak okumak lazım. Allah'u Teâlâ
Bakara Suresi 143'üncü ayeti kerimede 'sizi vasat bir ümmet yaptık' diye
buyuruyor. Bu genelde şöyle tercüme edilir. İnsanlara şahit olasınız. Peygamber
de size şahit olsun diye. Şimdi bu ayetteki asıl anahtar kelimenin bir şehadet,
birisi de vasat. Vasat orta demek değildir. Vasatın anlamı dengedir. Bu dengeyi
tutturmaktır. Dolayısıyla bu ümmetin en önemli özelliği dengeli bir ümmet
olmasıdır." dedi.
"Ümmetin en önemli özelliği vasat dengeli
olmasıdır"
Allah'u Teâlâ'nın bunun birçok örneğini Kur'an-ı Kerim'de
anlattığını belirten Ateş, "Özellikle kitabı ve peygamberi kabul ettiği
halde kabul etmemiş gibi davranan yahudi ve Hristiyanlar üzerinden ki Fatiha
suresinde 'gazaba uğramış ve sapmışların yolundan değil dediğimiz rivayetlerde
bu iki kesim bir yahudi bir Hristiyanlar. Onlar üzerine bunu anlatır. Onlar bu
dengeyi koruyamamışlardır. İfrat ve tefrit dediğimiz. Yahudiler işin ifrat
noktasındadır. Yani Allah'ın söylediklerini söylememiş gibi değerlendirenlerdir,
kısanlardır. Hristiyanlar ise Allah'ın söylemediği halde söylemiş gibi
değerlendirip dine ilave yapanlardır. Örneğin yahudiler peygamberlerini
sıradanlaştırırken, Hristiyanlar peygamberleri ilahlaştırır. Müslümanlar ise ne
sıradan bir Peygamber ne de ilahlaştırılan bir Peygamber. Vasat dediğimiz bu.
Yahudiler dünyayı herkesten daha fazla ve her şeyden daha fazla önemser ve
severler. Hristiyanlar da dünyadan el etek çekmeyi din olarak ortaya koyarlar.
Müslüman ne yahudilerin yaptığı gibi dünyayı tamamen adeta yutar gibi bağlanır.
Ne de Hristiyanlar gibi dünya başkasının olsun, biz ahiret adamıyız der.
İkisini de demez. Bunun örnekleri çoğaltılabilir. Dolayısıyla ümmetin en önemli
özelliği bu, vasat dengeli olmasıdır" diye konuştu.
"Allah'u Teâlâ'nın Ümmete yüklediği görev: örnek
olacaksınız!"
Ateş, "Devamında ayeti kerime diyor ki insanlara örnek
şahit kelimesi sadece tanık anlamında kullanılmıyor. Belki bu ayetin anlamıyla
alakalı Müslümanların en büyük problemi bunu şahitlik ve tanıklık olarak
almaları, anlamalarıdır. Bu kelimeyi çözdüğünüz zaman aslında ümmete yüklenen
misyon çok nettir. Yani Allah'u Teâlâ diyor ki 'insanlara tanıklık yapasınız
diye değil bu. Örnek olasınız.' Şahit kelimesi. Bu dediğim yorum anlamı değil.
Kelimenin sözlük anlamında bu var. Şahit olmak, model olmak, rehber olmak,
öncülük yapmak, örnek olmak anlamında kullanılıyor. Şahit dediğimiz budur.
Allah'u Teâlâ Müslümanlara, ümmete yüklediği görev örnek olacaksınız. Şu anda
bulunduğumuz modern dönemde hem bireysel hem toplumsal anlamda ümmetin en büyük
problemi örnek olamama problemidir. Bunu belki şöyle formüle edebiliriz. Dini
temsil etmek. Örnek alınan bir Müslüman olmak. Örnek alınan bir ümmet olmak.
Bunu kaybettiğimizden dolayı şu anda ümmet olmuyoruz, olamıyoruz, olma
imkânımız da yoktur." diye belirtti.
"Temsil tebliğden de davetten de önemlidir"
Temsilin tebliğden de davetten de daha önemli olduğuna
dikkat çeken Ateş, "Temsil edilmeyen bir dinin mensubu olunmaz. Örneğin
Bakara Suresi'nin 13'üncü ayetinde Allah'u Teâlâ insanların iman ettiği gibi
iman edin. Örnek alınacak insanlar gibi iman edin denildiği zaman imana
yanaşmayan insanların bahanesi, biz bunun sefihler kendini bilmezler gibi mi
iman edeceğiz? Kafirlerin nitelediği Müslümanlar bunlar. Bu ayeti kerimeden
hareketle şunu önce nefsime, sonra çevreme söylüyorum. Parmakla gösterilen,
şunun gibi Müslüman olun denilen Müslümanlar mıyız? Bu sorunun cevabı evet ise
Allah'ın tam da istediği bir ümmet olmuşuz. Ama yok. Parmakla gösterilen ve
bizim örnek alınmamız gereken ya da örnek alınan Müslümanlar değilsek ümmet
olma iddiamız da havada kalır. Bu yönüyle Allah'u Teâlâ bize temsil etme görevi
yükler." ifadelerini kullandı.
"Ümmet dendiği zaman İslam'ın izzetini ve onurunu
bütün dünyaya gösteren Gazzeliler akla gelir!"
Ümmeti temsilin ancak Gazzeliler gibi yapılabileceğine vurgu
yapan Ateş, "Yaşadığımız bu dönemde 2 milyarlık İslam aleminden
bahsediyoruz. Bana göre 2 milyarlık İslam alemi yok. Bugün İslam'ı temsil eden,
duruşuyla her şeyiyle hatta savaşın ortasında olmasına rağmen düşmanlarına
karşı bile İslam'ın izzetini ve onurunu bütün dünyaya gösteren Gazzelilerdir.
Temsil öyle olur. Ümmet dendiği zaman ilk aklıma gelen budur ve gelmesi gereken
de budur. Onları seyreden, zalimlerin ayakları altında çiğnenmesine seyirci
kalan, müsaade eden bu yönüyle de aslında zulme de katkı sunan 2 milyarlık
İslam alemi değildir. İnsanlık alemi bile diyemiyorum." dedi.
"Ümmet olma Allah'ın bize yüklediği bir
görevdir!"
Ümmet olmanın Allah'u Teâlâ'nın Müslümanlara yüklediği bir
görev olduğuna vurgu yapan Ateş, şöyle devam etti:
"İkinci madde Ali İmran Suresi 110'uncu ayeti kerimede
'Ey mü'minler! Siz, insanların iyiliği için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı
ümmetsiniz. Çünkü siz usûlünce iyilikleri ve güzellikleri emredip yayar;
kötülük ve çirkinlikleri yasaklayıp önüne geçmeye çalışırsınız. Bunu da zâten
Allah'a inandığınızdan dolayı, onun bir gereği olarak yaparsınız.' Bakın
aslında Allah'a iman önce gelmesi lazım değil mi? Bu ümmet olmanın gereği
nedir? Ümmetseniz iyiliği emredeceksiniz, kötülüğü nehiy edeceksiniz. İyiliği
emretmeyen, kötülüğü etmeyen bir ümmet yok. Soruyorum şimdi. Bu toplumda
kötülükler en az iyilikler kadar meşru görülmeye başlanmadı mı? Bir kötülüğe
müdahale etmek artık sıra dışı bir eylem olarak algılanmıyor mu? Dolayısıyla
bakın ümmetin şu anda ümmet olma özelliğini kaybettiği asıl nokta bu. Yapılan
kötülüklere seyirci kalmak. Elbette iyilikleri emretmek, kötülüklerden nehiy
demek şu anlama gelmiyor. Her isteyen kişinin istediği şekilde sokağa, çarşıya
çıkıp, insanlara iyiliği emretme, kötülük, işliyorlarsa, yasakları
çiğniyorlarsa onlara engel olma anlamında değildir bu. Burada İslam bir sistem
oluşturmuştur. Herkesin eş dost, akraba yani tanıdıklarına karşı bir görev
sorumluluğu var. Bunu ihmal ettiğimizden dolayı şu an da ümmet olma bilinci
yok. Sadece dağınık bir toplumuz."
"Bakara Suresi'nin 13'üncü ayetini ve Ali İmran
Süresi'nin 110'ucu ayetini ümmet uygulamaya geçerse, ümmet olma bilincine de
şuuruna da yapısına da varır"
İşin daha tehlikeli olan kısmının insanların işledikleri
kötülüklerin kötülük olduğunun farkında olmadıkları olduğunu belirten Ateş,
"Yapılması gereken nedir? Münker'den nehiy etmek. Allah Resulünün
ifadesiyle gücün yetiyorsa elle, gücün yetmezse dille, gücün yetmezse kalbinle
buğz etmek. Bu birilerine havale edilen şeyler değildir. Yani elle müdahale
etmek devletin işi, dille müdahale etmek alimlerin, halkın işi diye hayır böyle
bir tanım, böyle bir tasnif yok. Herkesin elle müdahale edeceği durumlar var. Herkesin
dille müdahale edeceği durumlar ve herkesin kalple buğz edeceği durumlar var.
Çocuklarımız dünyevi anlamda yanlış yaptığı zaman ya da bir zarar verdiği zaman
bizzat bilfiil elle müdahale etmiyor muyuz? Aynı şeyi İslam'ın yasakladığı bir
kötülük işlendiği zaman da müdahaleyi kalple buğz etme seviyesine
indirgeyemezsiniz. Yani Bakara Suresi ile Ali İmran Suresindeki bu iki ayeti
ümmetin özellikle önüne koyarsak ve bu iki ayeti uygulamaya geçirilirse bu
ümmet gerçekten ümmet olma bilincine de şuuruna da yapısına da varır. Bütün
dünyanın örnek alacağı Müslümanlar Ne demek? Bütün dünyada kötülükleri ortadan
kaldırmaya çalışan bir ümmet. Bütün dünyada iyilikleri yerleştirmeye çalışan
bir ümmet. İslam zaten bundan ibarettir." ifadelerini kullandı.
"Hele ki şeytanların köşe başlarında cirit attığı
bu dönemde hiçk imsenin sorumluluklarını başkalarına havale etme imkanı
yoktur"
Ateş son olarak, "Bu anlamda hiç işi olmayanla
devletleri yönetenlere varıncaya kadar kariyeri olmayanlarla en üst kariyere
sahip olanlara varıncaya kadar, kadın ya da erkek, öğrenci ya da memur amir ya
da patron herkesin kendi çapında bir görevi var. Kimisi maddeyle, kimisi sözle,
kimisi kalemle, kimisi tavırla, kimisi davranışla. Bunların her birisinin
kendisine düşen bir görevi vardır. Hiç kimse bu anlamda görev ve
sorumluluklarını kenara atamaz. Çünkü hiçbir bahanesi yoktur. Hele ki
şeytanların köşe başlarında cirit attığı bu dönemde, hiç kimsenin bu anlamda
sorumluluklarını başkalarına havale etme imkanı yoktur. Ayrıca Allah'ın
sorumluluk olarak yüklemediklerini kendimize sorumluluk olarak bilmek de aynı
derecede tehlikelidir." diye dikkat çekti. (İLKHA)
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "çerez politikasını" inceleyebilirsiniz.