Evet, doğrudur! İnancın hiç değişmeyen, değişmesi teklif bile edilemeyecek yasaları, göreceli olmayan ahlaki ilkeleri vardır. Çünkü bu yasaların, tüm kainatı yaratan tarafından konulduğu inancı vardır. O Allah'tır. İnsana değer vermiş, onu başıboş, anlamsız ve öylesine yaratmamıştır. Onun için değiştirilemez kanunlar koyma yetkisini tüm kainatın Allah'ı oluşundan alır. Yani Allah'a inananlara göre, Allah-u Teâlâ insanları, inceldikçe zenginleşen bir çeşitlilikte yaratmış ama aynı zamanda kategoriler içine sığdırılmış değişmeyen yasalar ve ahlak ilkeleriyle terbiye edip böylece insan kılmıştır. Çünkü değişmeyen yasa koyma yetkisi sadece Allah'a aittir.

Peki, size ne oluyor? Hani size göre, değişmeyen tek şey değişim idi. Hani değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez yasalara sahip olmak, özgür düşünmeyi engelleyen “skolastik” düşünceydi. Hani sabit ilkelere sahip olmak gericilikti. Hani kanunları, ahlâkî ilkeleri göreceli görmemek yobazlıktı, irticaydı. Ne oldu şimdi? Bu, yasaları, kanunları, halka darbe ile getirenlerin; “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez” sözünü, vahiy gibi kabul etmek midir?

“Allah insanı iddiasından vurur” der İsmet ÖZEL. Eğer iddialarımız kurgusu iyi düşünülmüş samimi bir inançtan değilse, masa başında ayarlanmışsa, kötü niyetlerle kurgulanmışsa iddiasından vurulmak çok daha hızlı gerçekleşiyor galiba.

Diyarbakır Türkiye'nin en büyük kaçıncı şehri? Diyarbakır Türkiye'nin en büyük kaçıncı şehri?

Allah'a inanan, doğal olarak kanun koyucu olarak Allah'ı görür. Çünkü ona göre “mutlak doğru” vardır. O mutlak doğru olanı da insana en çok merhamet besleyen, insanı en iyi tanıyan Allah bilir. Ama kendine bilim merkezli düşünen diyenler, kendilerini halkçı diye isimlendirenler için mutlak bir doğru yoktur. Çünkü tüm kanunlar değişime tabidir. Ahlak ilkeleri bile görecelidir. Öyle ise kanunları milletin isteği ve iradesi belirlemelidir. Onun için “cumhuriyet” ve “demokrasi” vazgeçilmez kavramlarıdır. Yapılan tanıma göre “cumhuriyet”; yüce gücün (kanun koyma gücünün) halkın elinde bulunduğu yönetimdir. “Demokrasi” ise halkın, halk tarafından yönetimidir. Yönetim, tüm halkın eşit ve özgür seçim gücüyle yürütülür. Yani bu düşünceye göre halk, kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir.

Peki, şimdi öyle mi oluyor? İnsanoğlu ne zaman kendi elleriyle yaptığı helvadan tanrıları yeme alışkanlığından vazgeçecek? George Orwell’ın ironisini, yani; “tüm hayvanlar eşittir, ama bazıları daha eşittir” demeyi terk edecek? “Halka rağmen halk için” zorbalığını bırakacak. “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemez” ilkesini yasa kılmak, öncekilerin tecrübelerinden faydalanma olarak anlatılamayacak kadar derin bir düşünce ile açıklanmaya muhtaçtır. Zira çok fazla çelişki, çok fazla tutarsızlık var.

Kimileri sahip oldukları halktan kopuk kanunsuz gücü (aslında kanuna göre halkın emrinde olması gereken gücü) gösterip duruyorlar. Kimileri o güce bakıp, kendilerini suskunluğun mezarına gömüyorlar. Kimileri halkı kandırmak için, düşündüklerinin tersini söylüyorlar veya söylemek zorunda bırakılıyorlar. Kimileri ise yine halkı kandırmak için anlaşılmaz veya uyduruk anlamlar yüklenmiş kelimelerin arkasına sığınıyorlar. Halk için dedikleri, ama aslında halka karşı kurgulanmış oyunlar oynuyorlar. Adını da “siyaset”, “cumhuriyet”, “demokrasi” koyuyorlar. Bunun adını “siyaset” koyabilirler ama sıfatlarıyla beraber gerçek adı “zorba ve kirli siyaset” olacaktır.

Tutarlı bir zihin için, ya oturup, “tüm insanları tüm zamanlarda, tüm mekanlarda kapsayacak ilkeler” belirlenmelidir. Ya da tam da savunulduğu gibi, dayatmacı, ayrımcı zorlama kanunlardan vazgeçilmeli, halkın kendini yönetme, kanunlarını kendi belirleme hakkı, güçlü bir özürle beraber, halka teslim edilmelidir.